6 Eylül 2011 Salı

Salaklık Etme !
Gerçekten üzülmüş bir insana 'üzülme' demekten daha salakça bir şey yok. Çünkü sen 'üzülme' dedin diye her şeyi bir kenara bırakıp üzülmemeyi seçmez insan. 'Ha tamam bak o da öyle dediyse ben hakikaten üzülmeyeyim' demez. Aksine anlaşılamadığını düşünür, acısının bir başkası için yeteri kadar acı olmadığını düşünür, onun yerinde olmayı düşünür, içinde bulunduğu durumdan kaçmayı düşünür. 



Ağlama Deme !
Eğer gerçekten iyi bir sebebin, iyi bir tesellin yoksa 'ağlama' deme, omzunu uzat mesela. O'na vücudundan ağlayacak bir yer ayarla. O annesini kaybettiyse senin de anneni kaybetmişcesine ağlamanı, kahrolmanı ister aslında. Çünkü bu yaşadığı şeyde yalnız olma fikri onu delirtir aslında, sonra da yaşamının geri kalanının nasıl şekilleneceğini düşünememesi... Ama O'nun yaşadığı acıyı yaşamadığını zaten biliyor, paylaş sadece. Elinden geldiğince, yüreğinden geçtiğince. Ama 'ağlama' deme, nolur. O ve türevi kelimelerden daha salakçası yok o an. 




Sus !
Belki de küçük ölçüde bir şeyleri kaybetmiştir sana göre ama kendine göre büyüktür onun anlamı. Söylediğin teselliler daha da üzer belki. Kalıplaştığı için kalıplaşan şeyleri söylemek zorunda değilsin, sus. Sadece ne diyeceğini bekle. Sessizlik karşısında elbet konuşacaktır, belki ağlayacaktır, bağıracak, isyan edecektir. Ama içinden geçenleri dışına çıkardığı için rahatlayacaktır. Sen 'üzülme' dedin diye değil. 


Adamın Sinirini Bozma !
'Amaan boşver' deme. Boşverebilse üzülmez zaten. Kalbi acımasa gözü yaşarmaz insanın. Acımışsa kendi kendini tedavi etmesini bekle. Zaman alır. Hangi tedavi zaman almaz ki, ruhun tedavisi almasın. Beklemeye ayıracak vaktin yoksa, O'nun yanında da yerin yoktur. Uzaklaş. Daha fazla sinir bozma.


Anlamıyorsan 'Anlıyorum' Deme !
Hiç alakası olmayan bir konuda 'ben de şuna çok üzülmüştüm' deme. Pardon da ne yapsın senin üç kuruşluk geçmiş gitmiş acını. Benzerse söyle. Çünkü farklı acılar aynı tatları vermezler.Farklı zamanlarda yaşanan farklı acılar birbirlerinin yanından bile geçmezler. Aynı acıyı yaşadıysan söyle. Yalnız olmadığını bilsin. Zamanın o zaman bir önemi yoktur. Yeter ki anlaşılabildiğini bilsin. Anlamıyorsan 'anlıyorum' deme. Anlamadığını biliyor muhtemelen. Anlıyorsan 'anlıyorum' de. Acı çeken insan karşısında dürüstlük erdemini taşı.


Delirtme Ulan !
Son olarak; eğer paylaşamayacaksan, sıkılacaksan, anlamayacaksan ve saçmalayacaksan lütfen geri bas. Kimse seni acı çekerken yanında istemiyor çünkü. Kalabalık etme.Asap bozma.Can sıkma. Delirtme ulan! 




Zeheka odasından bildirdi.

4 Eylül 2011 Pazar

Bu da Böyle Bir Anımdı 2.

Merabayın blog okuyucularım. Bugün lise sonrası yıllarımda başımdan geçen tuhaf bir olayı anlatmak istedim. Olaydan ziyade olayın kahramanı ilginçti aslında. Adını şu an hatırlamadığım bir arkadaşın hayatıma girişi ve yaşattıklarını anlatacağım.


Lise bittikten sonra çoğu lise öğrencisi gibi üniversiteyi kazanamamıştım ve ikinci yılımda ÖSS adını verdiğimiz iliğimi kemiğimi kurutan sınava hazırlanıyordum. Sene başlarıydı. Allah'ım ders çalışmaktan o kadar uzaktım ki.. 'İnsanlar nasıl kazanıyorlar hacut' diye sorular sorarken buluyordum kendimi. En yüksek çektiğim puan 191 o zamanlarda. Öyle vahim durumdayım. 'Sene başındayız yea, şindi çalışmaya başlasam sene sonuna kadar unuturum kesin' kafalarındayım. İki arkadaşım var dershaneden, Şule(ki arkadaştan ötemdir şimdi kendisi.) ve Esma. İkisi de zehir gibiler kazanamamışlar ama istedikleri yerler olmadı diye, artizliklerine yani. Nasılsa erken bir sene daha hazırlanırız demişler, geldi hayatıma girdiler (İyi ki de girmişler.) Biz üçümüz takılıyoruz falan ama herkes takıldığı bir soru olunca bu ikisine götürüyor, ben yanlarında besleme Lamia gibi kalıyorum. Baktım böyle olmayacak ya arkadaşlığımı kesecem bu ikisiyle ya da onlardan biri olacam. Ben ikincisini seçtim. O gazla başladım ders çalışmaya, her aktiviteye katılıyorum, aktiviteden kastım test çözmek, konu anlamak tabi. 


Bu arada ben Cemaat dershanesine gidiyordum, onlarında son üç katı yurttu. 12 katlı bina tabi 3 katını da yurda ayırmışlar. Ben bu hatunlara yetişecem ya bilgi konusunda, canımı dişime takmışım. Yurtta kalıyorduk o akşam ve sabah 8'de dersimiz vardı. Kızlar sabah derse gitti. Ben biraz geç kalmıştım. Dişlerimi fırçaladım, defterimi kitabımı almak için dolabıma gömülmüştüm ki kapımın önünden bir kız geçti. Geçerken bana baktı, bende ona baktım. Normal bir bakış değildi. Bir çok anlam ifade eden ama benim bir tanesini bile anlamadığım bakışlardı. Sonra geri döndü. Odaya girdi ve 'pardon saatiniz var mı ?' dedi. '8:10' dedim. Teşekkür etti. Odadan çıktı. Ben eşyalarımı topladım, O tekrar geldi. 'Diyarbakır'da bulundunuz mu hiç?' dedi. 'Hayır, neden' dedim. 'Çok sevdiğim bir arkadaşıma benziyorsun' dedi. 'Ama o olamam di mi ?' dedim gülerek. 'Keşke olabilsen' dedi. 'Nerede arkadaşın ?' dedim. 'Öldü' dedi. Tabi benim tüyler tiken tiken. Bir yandan tırsıyorum bir yandan acayip bir mistisizmin ortasındayım. 'Yaa, başın sağ olsun' dedim. 'Sen sağol bana yeter' dedi. Allah'ım ne demek istiyor çekip vuracak mı şimdi napacak diyorum içimden. Yalan mı söylüyor, dalga mı geçiyor, kafa mı buluyor, ciddi mi anlayamadım bir türlü. Sonra 'sana bir kere sarılabilir miyim çok özledim onu' dedi. Resmen zangırdıyorum. Hayır yüzünde bir ifade de yok. Sarılıyorum ayağına bıçağı falan saplayacak eşşek cennetine yollayacak, ateist midir nedir cemaat yurdunda ayin mi yapacak acaba diye düşünürken korkunun ecele faydası yok dedim ağzımdan 'tabii' kelimesi çıktı. Bana bir sarıldı ama ne sarılma. Anlattıkları doğru herhalde dedim yani o an. 'Teşekkür ederim' dedi, çıktı gitti. Ben bu neydi şimdi diye orada öyle durdum bir bekledim. Rüya mıydı gerçek miydi, az önce tanımadığım bir kız bana ölü arkadaşına sarılır gibi sarıldı mı, sarılmadı mı... Durdum durdum gittim sonra derse.


Sıraya geçtiğimde Şule 'nerde kaldın' dedi. 'Çok acayip bir şey oldu ya tenefüste anlatırım' dedim. Ama ders falan dinleyemiyorum. Neyse zil çaldı, o zamanlar zil vardı yaa ne günler... Esma da geldi, dedim böyle böyle. Kızın biri geldi böyle böyle dedi, böyle böyle sarıldı gitti dedim. 'Allah Allah' falan dediler ne olabilir ki acaba falan diye düşündük ama aklımıza da bir şey gelmiyor ki. Bir tek ben 'kesin ateist beni ayine kurban edecek bak görürsünüz seçilmiş insanım ben' falan diyorum. 'Niye seni seçsinler saçmalama' diyorlar. 'Kedi besliyorum kızım benden iyisini mi bulacaklar ayin için' diyorum. İyice kafam sulanmış, derken bu tuhaf kızımız girdi sınıfımdan içeri. Allah dedim neyse ki kalabalık içinde bir şey yapmaz. Geldi yanımıza oturdu. Gözbebeklerimin içine bakıyor resmen. 'Beni arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın?' dedi. Tanıştırdım. Sonra hep beraber sohbet ediyoruz falan ama gözü hep bende. Yani cinsiyeti erkek olsa hadi bir fikir yürütücem ama bu ne kardeşim böyle elimi falan tutuyor, koluma giriyor, bik bik her yerde ortaokullu kızlar gibi kolkolayız. Ben dedim bu kesin lezbiyen. Baya kızlara ilgi duyuyor belli. Kızlarda olabilir dediler tabi ateist fikrinden daha cazip geldi bu. 


Başka bir tenefüs 'sen iyi sınıftasın, ben kötü sınıftayım çözemiyorum bazı soruları yardım eder misin bana?' dedi. Etmesem öldürecek diye korktuğumdan 'ederim' dedim. Geometri soruları getirdi bana. En kolay sorular, çözdüm anlattım falan 'aa evet, çok zekisin' falan dedi. Lezbiyen falan ama nereye çalışacağını biliyor dedim içimden. Zekama konuşsun canımı yesin. Sonra o aylar ramazan olduğundan 'gel seni bize götüreyim kızımız ol' tarzında tekliflerde bulundu. 'Annemle tanışmanı çok istiyorum bize yemeğe gelir misin?' dedi. Evde işimi bitirecek bu kafaya koymuş dedim. 'Ya canım benim annemler izin vermez öyle şeylere çok tutucular, kızarlarsa bana' dedim. 'Yaa' falan dedi, üzüldü. Derse girmem lazım dedim sıvıştım oradan. Esma sınıfta 'ben biraz araştırdım kızı babası da ölmüş' dedi. 'Yaa bende kıza yalanlar söylüyorum ya, ne lezbiyen ne ateist bunun psikolojisi ağır bozuk kesin, ondan böyle' dedim. 'Uzak dur Hande' falan dediler. Ama ne bileyim inceden bir acıma hissi almış yürümüş küçücük yüreğimde. Başka bir yandan da organ mafyası mı acaba diye düşünüyorum. Sonra bir ara duydum ki sınıfta bayılmış bu kız. Sonra da bir daha gelmedi dershaneye. Öyle bütün gizemiyle ortadan kayboldu.


Aradan aylar geçti, sınava 1-2 hafta kala dershanece katılacağımızı bir yemek için yurda çıkarken çıktı karşıma. Sınıfımın önünde bekliyormuş. Beni görünce koştu boynuma sarıldı. 'Seni görmek için geldim' dedi. 'Nerelerdeydin neden bıraktın dershaneyi' dedim. 'Olmadı bu sene, seneye hazırlanacağım' dedi. 'Anladım, ama benim gitmem lazım hoşçakal' dedim. 'Kendine iyi bak olur mu, bir daha seni göremem herhalde, kesin bir yerleri kazanırsın, gidersin' dedi. 'Kısmet' dedim. Tekrar sarıldık. Öyle arkamdan bakışını hissettim. Sonra dönüp el salladım. O da el salladı. 


Bir daha hiç görmedim, niyeti neydi, iyi miydi, kötü müydü hiç anlamadım. Ölen arkadaşına mı benziyordum, hiç arkadaşı mı yoktu bilemedim. Hala hayatta bir yerlerdeyse iyidir umarım. Hayatımda yaşadığım belki de en garip şeydi. Bu da böyle bir anımdı.


(Kızın adı da İlknur'du, şindi hatırladım.)


Zeheka odasından bildirdi.

1 Eylül 2011 Perşembe

Bu da Böyle Bir Anımdı.

Hızımı alamadım ikinci yazıyı yazıyorum. Yeni yazı konum vücudumdaki dikişler ve hikayeleri. Düşününce üçününde birbirinden saçma nedenlerde olduğunu fark ettim ve dedim ki;  'hey dostum neden yazmıyorsun ha?!' Sonra bu ikinci sınıf Amerikalı ayaklarını bir kenara bıraktım ve başladım.


İlk vukuatım 7 yaşında, ilkokul 1'e giderken, beyninin yarısı henüz çıkmamış arkadaşlarımın 'tek ayakla merdivenlerden çıkamazsın kiee, çıkamazsın kiee' diye melodik tutturuşlarının verdiği gaz neticesinde oluşmuş idi. Ben diyorum 'çıkarım', onlar diyor 'çıkamazsın.' İndim merdivenin en aşağısına, 'iyi bakın!' dedim. İyi ki de demişim. Üçüncü basamaktan sonra takılıp yardığım çenemden çıkan kanları görünce böcek gibi kaçıştı adiler.  O ilk yere düşüş anındaki kikirikleri duydum önce, sonra 'aaa kanıyoooo, hemşiree teyseeee' diye bağırışları... Hayır el kadar çocuğu neden gaza getiriyorsunuz ki? Hemşire Teyzemiz vardı ki neyse. Özel okulda okumanın avantajlarından biri. Kaptı beni kuş gibi odasına götürdü. Annem de aynı okulda ana sınıfı öğretmeni olduğundan, bir iç hatlar telefonuyla 3 dakika içerisinde yanımdaydı. Hiç tek başıma yıkımımı da yaşayamadım. Toplaştılar hemen kafama. Hemşire Teyzem 'bu benim yapabileceğim iş değil, dikiş atılması lazım' dedi. Benim kafamda yankılanan 'dikiş, dikiş, kiş, kiş, iş,şş,şş' sesleri durumun ciddi olduğunu ve korkudan geberdiğimi çığlık çığlığa söyleyen sessiz bir senfoniydi adeta. Babamı aradılar geldi bizi aldı. Annem arabayı çarpışan oto kıvamında kullandığı için o yıllarda, bizim gelmemizi güvenilir bulmadı da geldi diye düşünüyorum. Gittik bir hastahaneye, oturduk zevzek bir doktorun önüne. Zırıl zırıl ağlıyorum. Doktor 'bir şey yok canın yanmayacak sus bakayım' dedikçe basıyorum çığlığı. Yorgan diker gibi dikti çenemi. Acıdı mı, yok. Canım çok kıymetlidir. Ya acırsa diye ağladım zaten.


Sonraki günlerde bir havam oldu okulda, bir forsum oldu. Allah'ım sanki düşman kurşunuyla yaralanmışım, sanki Kore Savaşında gazi düşmüşüm. Nasıl pskilojilerdeyim nasıl. Herkese nazım geçiyor, bir şey istediğimde yapmayan olursa 'bak açarım çenemi, dikişi gösteririm ha!' diye tehdit edip istediklerimi yaptırıyordum. Gel zaman git zaman iyileşti benim şantaj kaynağım. Sıradan günlerime döndüm.


Aradan 2 bilemedim 3 sene geçti. Aynı okulda hem öğretmenlerim olan, hem de annemin kankaları olan 2 bayan gelmişti evimizi ziyarete. Kocaman çikolatalı bir pastayla. O dönemlerde cips 1, yaş pasta 2. sırada önem arz ediyordu hayatımda. Çok sevgili annem her sofrada olduğu gibi, o zaman da beni adam yerine koymayıp çatal getirmemişti. Kendi çatalımı kendim almam gerekiyordu. Fakat bu zor, bu çetrefilli, bu mermer, bu babamın boyum kadar terlikleri olan yolu nasıl geçecektim ? Geçemedim zira. Hayır neden koşuyorsun 10 yaşındaki Hande, neden ? Yeni temizlenmiş, %100 mermer, kaygan yerde, babamın terliklerine takılarak kapaklandığım zeminde çenemi aynı yerden ikinci kez yarmıştım. Her şey zaten yeterince zordu da, 'yine mi çenesini yardı bu kız yahu' edaları.. Sanki hobi olarak yapıyorum ben bu işi, sanki çok memnunum halimden, hayrettin insanlar ya! Babam tekrar arandı. 'Hande yine çenesini yardı' dendi. Babam beni kucakladı. Zevzek doktora götürdü. Ben ağladım, o çenemi dikti. Arabaya bindik. Siteye geldik. Aşağıda oynayan çocukların çeneme bakışları tekrar eski moralimi yerine getirdi. Korkuyorlardı benden. Kan çıkmıştı bedenimden, acı çekmiştim, acı çekerek olgunlaşmıştım adeta gözlerinde. Ya da ben öyle düşünsünler istiyordum. Neticede yine iyileştim. Yine atladım, hopladım, zıpladım, dikenli güllerin arasına uçtum, garaja bisikletle girip duvara çarptım, 'ellerimi bırakarak bisiklet sürerim ben, yaparım bunu' diye zeminlerle dost oldum. Ama geçen seneye kadar bir daha hiç bir yerimi yarmadım.


Talihim döndü, saçma yarılmalar yaşamıyorum artık hepsi çocuklukta kaldı diye düşünürken hayatımın belki de en ama en saçma yarığını topuğumda yaşadım. Topuk yani, topuğun üstü. Kesen ne? Kase.Ne yaparken? Cacık. Yaşamasam hayal edemem.


Bir ramazan günü iftara 15 kala cacık yapayım dedim. Ben demedim daha doğrusu 'kızım cacık yap' dediler. Cacığı yaptım, kaselere koyma faslında dolaptan aldığım bir adet hain kasenin ellerimin arasından kayıp topuğumu keseceğini nereden bilirdim ? Önce bir fasıl tezgaha çarptı kase, sonra ikiye bölündü, sonra ben kendimden bir 'ayh' sesi duydum. Bir yerim acımadı ama bir şey oldu hissediyorum. Önüme baktım önce, elime falan bir şey yok. Kafamı arkama çevirdim, orada mini çaplı bir şelale. 'Anaa gitmiş ayak' dedim. Tepkim bu  mu olmalıydı bilmiyorum. Ama ağzımdan çıkan buydu. Annem koştu, abim koştu, babam koştu. Ben böyle aksiyon ailesi görmedim ya. Abim 'dikişlik bu dikişlikk !' diye bağırıyor, annem 'ay zaten iki gram kanı var o da boşa akıyor' diyor. Abime 'yüklen hadi hemen hastahaneye götür' dedi. Kana da bakamaz, gelmedi o yüzden. Üzerimde elbise iki karış. Ben; 'bu halde gidemem dur üstümü değiştireyim' diye basıyorum üzerine foşur foşur ayak. 'Sen dur' dedi annem, gitti bir elbise getirdi dolabımdan üstümdekini nasıl çıkardı onu nasıl geçirdi bilmiyorum o kadar hızlıydı ki kaçırdım o anı resmen. Hastahane de evimize 50 metre olduğundan hemen kendimi yüzüstü uzanmış hasta yatağında dikişim yapılırken zevzeklik yaparken buldum. Ne saçmalıyorum ama haddi hesabı yok, diyorum ki 'sizi de rahatsız ettik iftar iftar, yuvarlayın şunu 5 dikiş yapın, ben yine gelirim, bende vukuat bitmez' falan diyorum. O dikişten önce yaptıkları tetanoz aşısı kafa yaptı herhalde bilmiyorum. Eve geldim ya diyorum 'nasıl dikiş yaa, nasıl yarık bu yaa, hiç acımadı yaa' meğersem cam kestiği anda acıtmazmış sonra anasını bellermiş insanın. Gece iğnenin etkisi geçinci bir zonklamalar, bir portlamalar, sanırsın topuğumda parti veriliyor. Günlerce bastonla yürüdüm, pansumana gitmemek için sayısız bahaneler üretmeye çalıştım. Kendimi sakat, kendimi eksik, kendimi muhtaç ve kendimi acınası hissettim. Sonra diğer dikişlerim gibi bu da geçti. 


Allah'ın hakkı 3'tür. Bana da bu üç yeter. Daha da dikiş neyim istemiyorum. Ne bileyim en azından olacaksa da şöyle afilli bir hikayesi olsun. Karizmatik bir yerlerde olsun, minik olsun, hemen geçsin.  

Zeheka odasından bildirdi.