4 Ekim 2015 Pazar

Le Petit Prince - Madem ki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, yıldızlar benimdir.

Küçük Prensi okuduğumda sanıyorum 10 yaşımdaydım. Kitap okuma sevgimi annemin  o sene yaz tatili için bir aile dostumuzdan ödünç aldığı 30 kitaba borçluyum. Siyah büyük bir çantayla eve gelip “bu yaz ödeviniz bu” dediğini hala hatırlıyorum. Küçük Prensimle de öyle tanışmıştık. Zaten boyumu aşan hayal gücüme bir boy daha eklemişti. O kadar ki çocukluğumun “en” 3 kitabı arasına bile girmişti. (Antoine de Saint-Exupéry – Küçük Prens, Ursula Wölfel – öteki Çocuklar, Jose Mauro de Vasconcelos – Şeker Portakalı)


"Hem bak şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz, Buğday tarlalarının da hiç bir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak ve ben buğday tarlalarında esen rüzgarın sesini de seveceğim…”


Bugün neredeyse bir yıldır beklediğim Küçük Prensimi vizyonda izledim. Yıllar sonra çocukluğum bir perdeden göz kırptı bana, ben de çaktırmadan gülümsedim ona. Hayal ettiğim çocuk, birilerinin zihnindeki suretine bürünmüş ve hareket eder hale gelmişti. İçten kahkahalarıyla boynundaki atkıyı rüzgara karşı savuruyor ve bilgece sözler bırakıyordu önümüzde bir yerlere. Dahası 10 yaşıma döndürüyordu. İnsanın duyguları hiç büyümüyor. İlk çarpıcı duyguyu hangi yaşta yaşarsa bir sonrakinde yine aynı yaşa dönüyordu. Eğer sinemadaki çocuk-ebeveyn nüfusundan utanmasaydım dans ederek izlerdim bazı sahnelerini, bazılarını ellerimi çenemin altında kavuşturarak kocaman bir gülümseme ile, bazılarını ise gözüm kapalı sadece dinleyerek. Onlardan bir farkım yok gibiydi kendi görüntümün ve yaşımın farkında olmasaydım eğer. Üstelik annemi de sürüklemiştim peşimde hoş o da en az ben kadar istekliydi. Çocuk kalmak istemenin, çocuk hissetmenin herhangi bir yaşı yoktu. Biz de yüreğimize dokunan sözleri duyduğumuzda birbirimize dönüp gülümsedik işte.


“Önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın…”


Sonra karar verdim işte eğer bir çocuğum olursa günün birinde 10 yaşına geldiğinde bu kitabı bırakacağım başucuna. Sonra da her sene belirlediğimiz bir günde filmini izleyeceğiz oturup. O her sene biraz daha büyürken içindekileri öldürmesine izin vermeyeceğiz birlikte. Geçmişte tanıştığım küçük dostuma geleceğimde de bir yer vereceğimin hayalini kurdum.


“Aynı saatte gelmen daha iyi olur…Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı…”



Çok acı var. Çocukken farkına varabildiğimden çok daha çok. Her geçen dakika biraz daha büyürken biraz daha eksildiğimin farkına varıyordum. İlaç gibi geldin küçük dostum.

















Zeheka Bildirdi.