22 Mayıs 2012 Salı

Merhaba Minik Canavarlar Merhaba

Bugün günlerden hayatımın en zor günü. Hani bazı günler vardır ya "acaba biter mi?" dediğin benim için o gün bu gündür. Yaklaşık bir hafta önce annemden kara haberi almıştım. Annem bir akşam üstü geldi ve şunları söyledi:

-Haftaya salı günü komşular bende.
+Neeey?!
-E ben onlara gidiyorum onlar bize gelmesinler mi?
+Ya benim finallerim var, benim derslerim var, benim KPSS stresim var sen hala eve insan doldurma peşindesin!
-Ay aman ne olmuş bir gün de çalışma!

Sanki çok çalışmanın derdindeyim ben de. Komşuların hepsi miniş miniş çocuklu insanlar. Hani bir tane iki tane olsa bir şekilde oyalarım da hepsinin çocuğu geldiğinde ne yapacağım konusunda hiç bir fikrim yoktu. Bir de annem "2'de 3'te gelirler" diyerek eve hapsetti mi beni bir güzel. Hepsi çalışan insanlar oldukları için saat 5'ten sonra geldiler haliyle.

-Ya diktin beni evde dershaneye de gitmedim senin yüzünden, hala gelmediler.
+E ben sana dedim 5'te gelirler diye.
-Ne dedin ne dedin 5'te gelirler mi dedin!!!1!!11

Cinnetime 5 kalmıştı yemin ederim. Fakat bunun artçı deprem olduğunu nereden bilebilirdim.
İlk kapı zili çaldı. Bir tane hanımefendi teyzemiz geldi. Canım benim çocuksuz falan. Çöpsüz üzüm. O hep gelsin bize. Biz çok severiz onu. Karşı komşumuz geldi Figen Abla. Canım onu da çok severiz. Ben bir an ay aman ne güzel falan diye düşünürken.... İlk canavarlar kapıda gözüktü. İki tane. Başta çekingenlerdi bunlar aman iyi dedim çok bir şey yapmazlar, odama falan bakıyorlar o ağzımdan çıkarmamam gereken cümleyi çıkardım.

-Gelin minişler.

Ağzıma tüküreyim dicem, fiziksel olarak imkansız. Yutkunmak gibi bir şey oluyor o da pis bir eylem değil. Neyse ben yatağımda bilgisayara bakıyorum, bunlar mini kütüphaneliğimin rafındaki şeylerle oynuyorlar. Bir sepet meyve görünümlü sabunlarım var rafların birinde. Kopardı bir üzüm tanesi houup başladı yemeye. Koştum hemen "ay ne yapıyorsun yenmez o!" dedim. Çıkardım ağzından sabunu tükrüklü tükrüklü. Bu başladı ağlamaya. Annesi geldi odaya.

-Noldu?
+Meyve görünümlü sabun vardı da onu yiyordu aldım ağzından.
-Aaa Azra yenmezmiş ama o annecim, ay sen çok mu içlendin, korktun mu?

Öcüyüz sanki, çocuğun hayatını kurtardım. Cumburlop yutabilirdi de. Çocukta bana bakıyor sanki iğneciyim gibi. Bir yandan ağlıyor. Kendimi bir suçlu hissettim bir savunmaya geçtim. Sanki bir şey yapmışım gibi. Annemi de her gördüğüm yerde sıkıştırıyorum "bak nelerle uğraşıyorum senin yüzünden, benim sınavım var şuyum var buyum var" diye.

Gel dakika git dakika bunların sayıları artmaya başladı. Yanlış hatırlamıyorsam 86 falan çocuk vardı. Ya da 6 yani pek emin değilim. Baktım baktım gözüme bir tane büyüklerinden kestirdim. Yeni ergenlerimizden. 14 yaşında falan belki. Sürekli soru sorma peşinde.

-Abla senin adın ne?
+Hande benim adım.
-Üniversiteye mi gidiyorsun?
+Evet.
-Liseyi hangi okulda okudun?
+Napacan?
-Hiiç merak ettim.
+Bak bunlar sana emanet bir şey olursa senden bilirim. Bilgisayardan uzak duracaklar, çekmeceleri karıştırmayacaklar, hiç bir şeyi kırmayacaklar ve düşmeleri yasak tamam mı?
-Tamam.
+İyi hadi çıkıyorum ben.
-Hande abla bir dakika bu senin saçlarının kendi hali mi?
+Evet, hadi.

Yan odaya geçip kitap okumaya başladım. Fakat bir kelimesin anlıyorsam namert olayım. Dönüyorum dönüyorum baştan okuyorum. Koşturmacalar, bağırtılar, abla o var mı, bu var mı, şu var mılar, ağlamalar, daha neler neler. Beynim başımdan çıkıp terk edecekti bütün buraları. O sırada miniğin bir tanesi de annemin güneş gözlüğünü kırmış mı? Annem sinir oldu. O sinirlendikçe ben "hak ettin ama sen, hem kendini hem beni yaktın" diyorum.Ev mahşer yeri. Bir afet olayında kazada falan niye önce kadınlar ve çocuklar denildiğini de anladım ben. Şunlar çıksın da aradan sakin sakin işimizi yapalım diye düşünüyor adamlar.

İki dakika yengemle konuşayım dedim telefonla. İki tane canavarı da bıraktım odaya verdim ellerine ne kadar oyuncağım varsa çıktım. Çıkmaz olaydım. Odaya bir girdim bunlar benim duvarımdaki kedi stickerlarını söküyorlar. Stickerları çıkardıkça duvarda soyuluyormuş. İçeri girip santim santim dizdiğim odamı, kedili stickerlarımı ve duvarımı o halde görünce kan beynime sıçradı. Yine iyi hakim oldum kendime.

-Napıyorsun sen!
+...
-Allah'ım stickerlarımı soyuyor ya töbe yarabbim nereden aklınıza gelir ki böyle şeyler?!
+Oyun onnamam ben de.
-Oynamazsan oynama be!
+Didiyorum.
-Yürü git!

Ağladım ağlayacağım çocuk gibi. Sanki kedimi kesmişler gibiyim. Parçalamış parçalamış yere atmışlar bir de onları. Tekrardan yapıştırmaya falan çalıştım yüreğim yangın yeri. Annem zavallım tansiyonu yükselmiş sesten. Biz anladık ki bizden geçmiş böyle şeyler. Biz baya büyük ailesi olmuşuz. Ziyaretine gittiğimiz, bize gelen  insanlar çoluğu çocuğu evermiş ya da üniversiteye başka şehirlere yollamış insanlar olmalıymış. Canlarımmış. Neredelermiş? Hanimişler?


Zeheka odasından bildirdi.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Kimse Beni Sevmiyor! Hiç Biriniz Beni Anlamıyorsunuz! Hepinizden Nefret Ediyorum!


Bugün kredi kartlarımın son ödeme tarihiydi. Hava da kapalı, azıcık yağmurlu. Tam sevdiğim cinsten. Forum'a gittim. Bankamatiklerden yatırmak için. Şok şokella şanslı olduğumdan bankamatiğin para almayası tuttu. Hayır her seferinde böyle yapıyor bu ona da ayrı bir uyuz oluyorum. Bir gün çekip kenara "senin derdin ne benle?" diye sorucam. Para vermeyen bankamatiği anlarım da, almayanıyla ilk kez karşılaşıyorum. Gözü gönlü doymuşsa demek.

Az gittim uz gittim dere tepe düz gittim başka bir bankamatik buldum. Paramı yatırdım. Hava öyle güzel ki. Böyle deniz kenarında bir kafeye oturup kahve yudumlamalık, yağmur izlemelik. Ama bunun bir de geri dönüşü var, "Kızım sen gel eve dönük bir yerde iç kahveni. Nasılsa telefondan kafanı kaldırıp denize bakmazsın, cinssin çünkü." diyerek Forum'da Cafe Crown'a oturdum. Oldum olası yalnız başıma şöyle şeyler yapmaya bayılmışımdır.

Siparişimi vermiştim ki o da ne? Bir miyavlama sesi. Bir iki koltukların altına baktım içeri kedi mi girmiş diye de yok.Yan masada zorlasan, ittirsen kaktırsan 14 yaşında bir kız çocuğumuz hüngür fışkırık ağlamakta. Bir yanında annesi, bir yanında babası. Zavallılarım, biçarelerim. Karşılarında sanki Sultanahmet'i soran bir turist var ama bunlarda yabancı dil sıfır gibiler. Kızımız diyor ki: "Hiç bir yere tek başıma gidemiyorum, bütün arkadaşlarım gidiyor!"

Bir anda 12 yaşıma döndüm. Ev telefonu çalmış, Ilgın "Çarşıya gidelim mi?" diye sormuştu. O soru beni öyle heyecanlandırmıştı ki...  Adeta "Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum." Bilemiyorum ki, hiç öyle anneme gidip "huaa ben çarşıya çıkıyorum şekerim var mı istediğin bir şey?" dememişim. 12 yaşındayım. Tek bildiğim kaybolursam denize doğru yürüyeceğim, denizi bulunca evimizi bulurdum zaten.

Telefonu kapattım "Anne ben Ilgın'la çarşıya gidim mi?" dedim. Şöyle bir baktı. İtiraz etmedi ama bir baktı. Zaten hiç bir zaman öyle "oraya gidemezsin, buraya gidemezsin, sana 2 saat müddet tam 3'te evde ol" falan muhabbetleri yaparak hayattan soğutan bir anne olmadı. En takdir ettiğim özelliğidir. Sıkmadı öyle hiç bizi. Gece yarılarına kadar aşağıda oyunlar oynadığımı bilirim. Sonra "Nasıl gideceksiniz?" diye sordu. "Ne bilim Ilgın hep gidiyor o biliyordur." dedim. Ama bir heyecanlıyım. Hayır dese küt diye gidecem orada. "İyi tamam." dedi. Ben bir sevinçliyim ama hemen sırıtmaya başlarım zaten hoşuma giden bir şey olunca. Aldı beni bir telaşe. Ne giyicem ben? Saçımı nasıl yapıcam? Girdim dolaba onu giydim bunu çıkardım en sonunda herhalde hoşuma giden bir şeyler buldum. Saçımı da öreyim dedim. Hala hiç yapacak bir şey bulamazsam örerim. Fırçayla taradım bir güzel. Çok kıvırcık saçlarım vardı eskiden. Fırçayla düşmandık. O gün o bile sevimli gelmişti çarşıya ailemsiz, arkadaşımla gideceğim diye. Keşke başka bir şey yapsaydım saçımı. Örerken benim boynumda damarlar sen üst üste bin. Allah dedim kaldım böyle. Sağa çeviremem, sola çeviremem. Başladım ağlamaya. Sopa yutmuş gibi de geldim annemin yanına bir şey oldu buna diye ağlıyorum. Küçükken zaten bende çok olurdu bu. Günlerce çekerdim. O an çektiğim boynumun acısı değil de, çarşıya gidemeyeceğimin acısıydı. 2 birimlik acı çekiyorsam 4 birimlik ağlıyordum. Ilgın geldi baktı ben mortingenşıtrayzeyim tek başına gitti. O daha bir acıttı canımı...

Sonra bu yan masadaki kızımız konu değiştirmiş ben bunları hatırlarken. Bu sefer "Kimse beni sevmiyor." diye ağlıyor. Bir de Ziya diye bir çocuk mu varmış neymiş. Babası bir yanda, annesi bir yanda "Kızım kim sevmiyormuş seni? Söyle yavrum senin derdin ne? Ne oldu da sen böyle oldun?" falan diyorlar. Babası arada bir annesine dönüp "Ne diyor ya bu?" diyor. Adam öyle Fransız ki olaylara. Sanki hiç ergen olmamış gibi. Hayır hepsi bir yana madem çocuğunuzun bir derdini dinleyeceksiniz neden kafeye geliyorsunuz ebeveynler? Kız orada mır mır ağlıyor, bunlar burada bir başka dünyaların insanları. Gidin evinizde konuşun şu konuları. İnsanların içinde ne alaka? Hepsini de geçtim, annenizin karnından 38 yaşında mı doğdunuz? Neden bu kadar anlamıyormuş gibi davranıyorsunuz? Son model bir ergenusunuz var işte. Masalarına gidip hepsine "Silkelenin ve kendinize gelin. Kalkın gidin la burdan üç kuruşluk keyfimiz vardı içine ettiniz!" diyesim geldi. Kendi çocuğumu düşündüm bir anda. O da böyle zır zır ağlayacak "beni anlamıyorsunuz hiç biriniz, hepinizden nefret ediyorum!" diye. Bir hafakanlar bastı, bir terledim. Dedim kızım kalk kalk, yarış yarış yarış, kaç burdan. Topladım pılımı pırtımı eve geldim. Tüm ergenuslarımızın yakınlarına Allah'tan sabır, kederli ailesine kolaylıklar diliyorum.


Zeheka odasından bildirdi.