14 Aralık 2011 Çarşamba

5 Çeşit Yemek Yaptım Rezil Oldum!

Efendim söze nasıl başlayacağım bilemiyorum. Zira bu olay yaşandığında 15 dakika aralıksız güldüm. Benim garip anam, benim çilekeş anam, benim ultra komik anam beni benden aldı bugün. Olaylar şöyle gelişti;


Saat 10.30 sularında gelen bir telefonla uyandım. Annem açtı telefonu. Arayanlar eski sitemizden komşularımızdı. Bize geleceklerini söylemişler. Annemde bir panik, annemde bir telaş. 


-Ne oluyor?
+Misafir gelecek yufkamız yok!
-Zaten yufka her dakika evimizde olacak diye bir şey yok. Söyleriz markete getirirler. Ev çok sıcak değil mi ya ?
+Dur başka eksiğimiz var mı bakalım da. Kuradbzzzt da alsak mı ki? (Son derece kısık tonla.)
-Anne hadi ben banyoya giricem bekleyemem seni ne eksikse söyle.


Yaklaşık bir 5 dakika sonra 'söyle de yufka getirsinler ama tazeyse' dedi.
'Taze değilse nereden alacağımıza dair bir fikrin var mı?' dedim.


Bulmuş da bunuyordu. Siparişi verdim, kapımız çaldı, yufkayı aldım.


+Aaaa niye kurabiye söylemedin?
-Sen bana kurabiye dedin mi ?
+Dedim ya.
-Ne zaman dedin ya orada ağzında bir şeyler geveledin, şifre çözücü müyüm ben?! Ayrıca ev çok sıcak.


Gittim banyomu yaptım baktım bizimki mır mır yapıyor bir şeyler.


-Ee neler yaptın bakayım?
+Of vallahi rezil olucam!
-N'oldu ya bir sürü şey yapmışsın işte, daha da yapıyorsun.
+Ben onlara gittiğimde onlar 10 çeşit yemek yapıyorlar !


Hemen saydım annemin kaç çeşit yaptığını zavallı annem 5 çeşit yapabilmişti.


-Hii! Sen 5 çeşit yapmışsın! Vallahi bittin sen, böyle misafirin karşısına çıkılmaz. Kaynımın apandisi patladı hastahaneye gidiyoruz de.
+Yok artık kabul ettim bir kere.
-Özür dile o zaman geldiklerinde çok mahcubum size karşı de.
+Öyle diyecem artık ne yapayım.


Ciddiydi.


Ayrıca ev cehennem gibi sıcaktı.


-Kombi mi yanıyor ya?
+Evet.
-Anne psikolojik sorunların olabilir mi?
+Ne biçim konuşuyorsun sen benimle!
-Yok son derece ciddi bir şekilde soruyorum, neden yanıyorlar bu güneşli havada?
+Üşümesinler diye.
-Tamam üşümesinler de kış günü de cehennemi yaşatma insanlara. Vallahi klimayı açıcam !


Misafirler gelene kadar kapatmaya ikna ettim neyse ki.


Yaptıklarını borcamlara koyup fırına yerleştirdi soğumasınlar diye. Ben de çıkan bulaşıkları yerleştirdim.


-Ya bir şey sorucam. Şimdi sen bu kadar uğraştın, ya hiç bir şey yemezlerse?
+Yemesinler.
-Ne demek yemesinler?
+E ben yaptım önemli olan o yemezlerse kendileri bilirler.
-Üzülmez misin?
+Niye üzüleyim?
-Valla ben bu kadar uğraşsam da yemeseler 'kalkın gidin burdan' der kovarım evden.
+Zaten az yaptım.
-Az mı yaptın?!
+Sen bilmiyorsun bu piyasayı.
-Piyasa mı?
+Misafirlik piyasası, karışık piyasalar bunlar.
-Karışık mı ?

O anlarda karşımdaki çok başka bir insandı. Yani zaten telaşesini, heyecanını anlayamıyordum da 'piyasa' dedi ya. İyice işin içinden çıkılmaz bir hal aldı durum benim açımdan. Velhasıl kelam misafirler memnun ayrıldı evden. 'Aman ne ara bu kadar şey yaptın' dediler. Annem de 'bir şey yapamadım ki kusura bakmayın' dedi. Yaptıklarını şu an burada saymıyorum ama nasıl o kadar süreye yetiştirdi benim hayretlerim şaş durumda hala. Ne yapayım dedim güleyim mi, ağlayayım mı gülmeyi seçtim. 


Çok acayip bir nesil bunlar ya. Hepsi aynı. Bir gün ben de böyle olursam da kızım benim dediklerimi derse atarım herhalde kendimi yüksek bir yerin tepesinden. Allahım sen kendime böyle eziyet etmeme izin verme. Amin.


Zeheka odasından bildirdi.

28 Kasım 2011 Pazartesi

‎"Bir beyaz ev hatırlarım Girit'te. Resmo köyünde... Mübadele derler, gitmeliymişiz oralardan evimizi bırakıp. Hep merak ettim o evde kim yaşar diye..." sözleriyle izlemiştim ilk kez fragmanı. Çok heyecanlandım. Babaannemi aradım.


-Babaanne neydi sizin köyün adı?
+Zeytinlik adı.
-Öyle değil rumcasını söyle
+Elya.
-Dedeminki ?
+Kafela.


Babaannem görmemişti hiç Girit'i ama çok iyi rumca konuşurdu. Annesiyle hep rumca konuşurlardı birlikteyken.
Çok sağlıklı beslenirlerdi. 90'ı geçmişti annesi öldüğünde. Atatürk'ü anlatırdı bize. Onu ilk gördüğü zamanı. 8 yaşındayken... Göçten sonra görmüştü. Fil hafızasıysa eğer adı nenemde o vardı.
Evlerini, bahçelerini anlattığını hatırlarım.
Bir de Girit'in çok serin olduğunu.
Yapıcı derlermiş babasına. Elinden her iş gelirmiş.
Deniz kenarında bir ev yapmış onlara. 
Sonra mübadeleyi yaşamışlar.
Evlerinden atılmış, yerine başka bir coğrafyada evlerinden atılmış başka insanlar oturmuş.
Alabildiklerini almış, alamadıkları kalmış...




Büyük kapı anlatırdı. 
Geri dönmek isteyip dönemedikleri. 
Kapalı büyük bir kapı. 
Komşularının yalvarışlarını anlatırdı "gitmeyin biz sizi saklarız" diye ağlamalarını...


Dedem var sonra.
Onun babası ile kardeşi.
Çok acıklı bir hikayeleri...
Gemide iki farklı aile almış onları. Birinin Tarsus'a diğerinin İzmir'e düşmüş yolları.
Aynı babanın iki oğlu, onların farklı iki hayatları...
Büyük dedemin 7 yıl boyunca süren kardeş olduklarını ispat etme davaları...
Ve hiç birbirlerini göremeden ölmeleri...


Bir halkı yaşadığı kara parçasından koparıp deniz ötesi ülkesine yollamak mıydı her şeyi düzeltecek olan?
Yoksa kendi halkını evinden koparıp kendi saydığı topraklarda yeni bir ev vermek mi?


Ne Girit'te Rum, ne Türkiye'de Türk olabilenlerin güzel hikayesiydi Dedemin İnsanları...


Kalispera.


Zeheka odasından bildirdi.



10 Kasım 2011 Perşembe

Hoşça kal Kahraman

Atsushi Miyazaki;


Senin ülkende, senin taşıdığın cana olan saygının ufak bir kırıntısı dahi benim ülkemde olmadığı için üzgünüm.


Senin ülkende felaketler olduğunda çadır bekledin. Sıraya girdin. Yukarıdan çekilmiş fotoğraflarınızı gördüm. Senin ülkende insana saygı duyulduğunu, yanına benim ülkemde çekilen çadır kuyruğu fotoğrafını koyduklarında anladım. Size ait olan şeklin insanlardan oluşmuş bir sıra olduğunu da.  


Van depreminde insanlara yardım etmek, onları tedavi etmek için geldin ta oralardan. Bayram Oteli'nde kaldın. Oysa dış cephesini yenilemişlerdi üzgünüm.


Seni dış cephesi yenilendi diye çürüğü çarığı belli olmayan bina mı öldürdü, ecelin geldi de onca yolu aşıp ölmeye buralara mı geldin bilmiyorum.  Belki ikisi de.  Ama bir üçüncü var;



9 şiddetinde depremlere dayandın, bir binanız çökmedi de, yardım için geldiğin ülkemde seni ihmalden de öldürdük, üzgünüm.


Bugün aynı zamanda bizim en büyük kahramanımızın da ölüm günü. Sen de bizim bir kahramanımızsın artık. Hoş Atamızı seviyoruz diye 'putlaştırmayın!' diye azar da yemiyor değiliz aslında. Büyük ihtimalle seni de unutturmaya çalışırlar bir kaç güne. Eğer birilerinin gönlünde bir yer edinebilmişsen o birileri seni hiç unutmayacaktır. Atamızı da unutmadık geçen  73 yılda.  Kahramanlar kolay unutulmuyor. 


Hoşça kal kahraman.

Zeheka odasından bildirdi.

1 Kasım 2011 Salı

Kendiliğinden Akanlar.

Korkarsın bilirim,
Peşinde seni kovalayan kızılderililer yok,
Sapanla taş atan çocuklar yok,
Senin balıklarla harcayacak vaktin yok.
Görmezden geldiğin yarım bardak dolusu yaşam var.
Hep boş tarafına baktıklarından.
Ellerinin ısıttığı yanlış eller,
Nereye gideceği belli olmayan karanlık yollar...
En çok onlardan korkardın bilirim,
Büyük olanlarından...
Sevmelere üşenir, gitmelere kızardın.
Sıkışınca hep suçlardın.
Peşinde seni kovalayan kızılderililer yok.
Sapanla taş atan çocuklar yok.
Senin balıklarla harcayacak vaktin yok.

Bu da ne şimdi böyle demeyin. Ne bileyim ben de anlamadım zaten.

Zeheka odasından bildirdi.

4 Ekim 2011 Salı

Hem Uyurum Hem Gezerim

Merabayın sevgili blog okuyucularım. Bu seferki postumuz uyurgezerlik, uyurkonuşurluk, uyurhazırlanırlık ve uyurgülerlikle ilgili. Neden böyle bir konu seçtim çünkü 4 alanda da hat safhada tecrübeye sahibim. Anılarımla anlatacağım her birini.

Uyurgezerlik

Aslında aralarında en seyrek yaptığım bu. 2 ya da 3 yılda bir olur. Ya evi bir turlarım, ya ayaktayken uyanırım, ya biri uyandırır 'git yerine yat dolaşma buralarda' der, bir şeyler mutlaka olur. Ben kendimin bu durumuna alışığım da şahit olan insanlar açısından baya korkutucu bir durum olabiliyor. En yakın örneği bu yaz gerçekleşti.  Adana'da yurttaki odamızda Sevil isimli arkadaşımla beraber kalıyorduk. Saat geç olunca artık yatalım dedik. Fakat O bu yatışın korku dolu bir geceye gebe kalacağından habersizdi.

Rüyamda bir davet sahibi olduğumuzu ve misafirlerin salı günü gerçekleşecek davete pazartesi gecesi 12'yi vurur vurmaz gelmeye başladıklarını gördüm. Hiç bir şey hazır değildi. Üstelik yatacaktık biz. Nereden çıkmışlardı bunlar? Mal mıydılar da 12 olur olmaz salı oldu diye gelmeye başlamıştılar. Üstlerinde balo elbiseleriye geliyorlardı. Yataktan fırlayıp camdan dışarı bakmaya başlamışım. Yurt Çukurova Üniversitesinin içinde olduğundan pencere manzaramız ıssız bir ormana bakıyordu. Ben korkuyla bağırıyorum; 'Geliyorlar!' Sonra Sevil'i de uyandırıyorum 'Sevil kalk geliyorlar' diyorum. Sevil'in sesine uyandım sonra 'Noluyor ya, kim geliyor?!' Uyandığımda karanlık ormana bakarken buldum kendimi. Yemin ediyorum kendimden tırstım. Sevil panik halinde. Kim bilir ne geliyor sanıyordu. 'Tamam yat bir şey yok' dedim. Nasıl yatsın. Işığı yaktı 'noldu şimdi ya?' dedi.

-Uyurgezerim ben.
+Neysin sen?!
-Ya rüya görmüşüm bir şey yok.
+Nasıl bir şey yok ya aklım çıktı burda geliyorlar da geliyorlar kim geliyor lan?

Dedim böyleyken böyle davetliler geliyordu dedim. O zavallım da beni öyle görünce içime töbe bismillah üç harfli falan girdi sanmış. Direk ayaklarıma bakmış. Nerden geliyorsa aklına böyle şeyler. O kadar da uyurgezer arkadaşı var. Bir türlü alışamadı bize.

Uyurkonuşurluk

Bunu herhalde hepiniz yapıyorsunuzdur. Yapmışsınızdır, ne bileyim bir mırıltı falan olmuştur en azından. Ama bana uykuyla uyanıklık arası o ince çizgide sorduğunuz bütün soruların cevabını rahat alırsınız. Ama o anı yakalamak da o kadar kolay bir şey değil. Ailem sağ olsun çocukluğumdan beri sürekli beni konuştururlar o yüzden bu konuda uzmanlaştılar. Eğer çok net cevaplar veriyorsam muhtemelen karşımdaki insanı yiyorumdur. Henüz uyumamışımdır, o keko da beni konuşturacağını sanıyordur. Bunu genelde abime yaparım. O da 'gece seni nasıl konuşturdum ama' diye dalga geçer. Sevindiririm garibanı.  Ama babam bu işlerin adeta piridir. Saygı duyar, düğme iliklerim önünde.

Bir keresinde gece 3 sularında babamın başına dikilip şu muhabbeti yapmışlığım vardır;
-Ben şofbenin düğmesini çevirdim gerisini sen çevir.
+Ne yapayım?
-Ben çevirdim bir kere bekle sen çevir sonra.
+Anlamıyorum ki ne diyor, ne yapayım?
-Of çok uykum var ben yatıyorum.

Anneme sordu ben başındayken 'ne diyor sen anlıyor musun?'diye. Annem de 'yat sen yat uyuyor o' dedi.Gayet normal geldi kadına. Biliyor kızını. Ayıktı hemen durumu. Babam daha uyanamadığı için anlam vermeye de çabalıyor garibim.

İşin ilginç yanı ben tüm konuşmalarımı hatırlıyorum da. Yani öyle sabah kalkınca hatırlamıyorum falan gibi durumlar olmuyor.Gayet net ne yaptığımı bilerek de geziyorum. Ama işte o an çok mantıklı geliyor yaptığım, söylediğim şeyler. Hep o rüyaların yüzünden. Hala bazı şeyleri gerçek mi rüya mı diye karıştırıp 'şöyle şöyle bir şey olmuş muydu?' diye sorarım. Ah benim enteresan kaderim...

Uyurhazırlanırlık

Bu da aralarında en nadir olanlarından ama en çok bunu yaparken uyandığımda kendimi mal gibi hissediyorum. Okul zamanları çok olurdu. Birden yataktan fırlar gömleğimi giyerken uyanırdım. Hep bir geç kalacakmışım hissi vardı demek ki içimde. Ya çantamı hazırlarken, ya yatağımı toplarken ya da üstümü başımı giyerken uyanırdım. Kendime alışık olduğum için hiç bir şey olmamış gibi geri yatağa girerdim.

Geçenlerde de çekmecemi karıştırırken uyandım. Bir şey arıyorum ama ne kadar hevesliyim ne kadar heyecanlıyım. Bir şey bulacakmışım gibi. Kendi gürültüme uyanınca yaptığım şeyin saçmalığını fark edip yatmaya devam ettim zaten.

Uyurgülerlik

En çok bunu yaşattığım arkadaşıma üzülürüm. Çünkü en çok O korkmuştu. Şule'm bitanecikim. Öss döneminde üç arkadaş aynı evde test çözme niyetiyle toplanmıştık. O gece orada kalacaktık. Fakat hayatımda geçirdiğim en kötü günlerden biriydi. O kadar kötüydü ki bir an önce uyuyup her şeyi kısa sürede olsa unutmak istiyordum. Koltuğa uzandım çok kısa süre içerisinde uyudum ve rüyamda beraber kaldığım iki arkadaşımı görüyordum. Esma bana 'Hande sen çok komiksin ya' diyordu, sonra Şule'ye dönüyor, 'Şule sen de komiksin de..' sonra bana dönüyor , 'Hande de komik ama ..' diyor ve bir türlü hangimizin daha komik olduğu kararına varamıyordu. Böyle bir Şaban hali olmuştu yüzünde. Gülmeye başladım, katıla katıla gülüyordum rüyamda Esma'nın o mimiklerine.

-Noluyor be!
+Şule korkma, tamam şşş. Hande uyanıksın dimi ?

Konuşmaları duyuyordum bir de çok derinden gelen kahkaha seslerini. Sonra kendi kahkahama uyanınca tüm ciddiyetimle 'Ay noldu?' dedim. Şule hortlağa bakar gibi bakıyordu. Esma ona nazaran daha soğukkanlıydı.

-Ben mi gülüyordum?
+Hasta mısın ya sen ?
-Kaç soru çözdünüz ben uyurken?
+ ?!

Uyumaya başlayalı 5 dakika bile olmamıştı oysaki. Ne oluyorsa uykuyla uyanıklık arası o ince çizgide oluyor ya zaten. Seviyorum ama bu özelliğimi. Çok acayip korkuyorlar ya. O suratlar, o mimikler hiç aklımdan çıkmıyor. Atıyorum hafızaya, beyin bedevaa, bedevaa ya döndürüp döndürüp izliyorum. Yeni kurbanlarım olursa yine paylaşırım sizlen.

Zeheka odasından bildirdi.

6 Eylül 2011 Salı

Salaklık Etme !
Gerçekten üzülmüş bir insana 'üzülme' demekten daha salakça bir şey yok. Çünkü sen 'üzülme' dedin diye her şeyi bir kenara bırakıp üzülmemeyi seçmez insan. 'Ha tamam bak o da öyle dediyse ben hakikaten üzülmeyeyim' demez. Aksine anlaşılamadığını düşünür, acısının bir başkası için yeteri kadar acı olmadığını düşünür, onun yerinde olmayı düşünür, içinde bulunduğu durumdan kaçmayı düşünür. 



Ağlama Deme !
Eğer gerçekten iyi bir sebebin, iyi bir tesellin yoksa 'ağlama' deme, omzunu uzat mesela. O'na vücudundan ağlayacak bir yer ayarla. O annesini kaybettiyse senin de anneni kaybetmişcesine ağlamanı, kahrolmanı ister aslında. Çünkü bu yaşadığı şeyde yalnız olma fikri onu delirtir aslında, sonra da yaşamının geri kalanının nasıl şekilleneceğini düşünememesi... Ama O'nun yaşadığı acıyı yaşamadığını zaten biliyor, paylaş sadece. Elinden geldiğince, yüreğinden geçtiğince. Ama 'ağlama' deme, nolur. O ve türevi kelimelerden daha salakçası yok o an. 




Sus !
Belki de küçük ölçüde bir şeyleri kaybetmiştir sana göre ama kendine göre büyüktür onun anlamı. Söylediğin teselliler daha da üzer belki. Kalıplaştığı için kalıplaşan şeyleri söylemek zorunda değilsin, sus. Sadece ne diyeceğini bekle. Sessizlik karşısında elbet konuşacaktır, belki ağlayacaktır, bağıracak, isyan edecektir. Ama içinden geçenleri dışına çıkardığı için rahatlayacaktır. Sen 'üzülme' dedin diye değil. 


Adamın Sinirini Bozma !
'Amaan boşver' deme. Boşverebilse üzülmez zaten. Kalbi acımasa gözü yaşarmaz insanın. Acımışsa kendi kendini tedavi etmesini bekle. Zaman alır. Hangi tedavi zaman almaz ki, ruhun tedavisi almasın. Beklemeye ayıracak vaktin yoksa, O'nun yanında da yerin yoktur. Uzaklaş. Daha fazla sinir bozma.


Anlamıyorsan 'Anlıyorum' Deme !
Hiç alakası olmayan bir konuda 'ben de şuna çok üzülmüştüm' deme. Pardon da ne yapsın senin üç kuruşluk geçmiş gitmiş acını. Benzerse söyle. Çünkü farklı acılar aynı tatları vermezler.Farklı zamanlarda yaşanan farklı acılar birbirlerinin yanından bile geçmezler. Aynı acıyı yaşadıysan söyle. Yalnız olmadığını bilsin. Zamanın o zaman bir önemi yoktur. Yeter ki anlaşılabildiğini bilsin. Anlamıyorsan 'anlıyorum' deme. Anlamadığını biliyor muhtemelen. Anlıyorsan 'anlıyorum' de. Acı çeken insan karşısında dürüstlük erdemini taşı.


Delirtme Ulan !
Son olarak; eğer paylaşamayacaksan, sıkılacaksan, anlamayacaksan ve saçmalayacaksan lütfen geri bas. Kimse seni acı çekerken yanında istemiyor çünkü. Kalabalık etme.Asap bozma.Can sıkma. Delirtme ulan! 




Zeheka odasından bildirdi.

4 Eylül 2011 Pazar

Bu da Böyle Bir Anımdı 2.

Merabayın blog okuyucularım. Bugün lise sonrası yıllarımda başımdan geçen tuhaf bir olayı anlatmak istedim. Olaydan ziyade olayın kahramanı ilginçti aslında. Adını şu an hatırlamadığım bir arkadaşın hayatıma girişi ve yaşattıklarını anlatacağım.


Lise bittikten sonra çoğu lise öğrencisi gibi üniversiteyi kazanamamıştım ve ikinci yılımda ÖSS adını verdiğimiz iliğimi kemiğimi kurutan sınava hazırlanıyordum. Sene başlarıydı. Allah'ım ders çalışmaktan o kadar uzaktım ki.. 'İnsanlar nasıl kazanıyorlar hacut' diye sorular sorarken buluyordum kendimi. En yüksek çektiğim puan 191 o zamanlarda. Öyle vahim durumdayım. 'Sene başındayız yea, şindi çalışmaya başlasam sene sonuna kadar unuturum kesin' kafalarındayım. İki arkadaşım var dershaneden, Şule(ki arkadaştan ötemdir şimdi kendisi.) ve Esma. İkisi de zehir gibiler kazanamamışlar ama istedikleri yerler olmadı diye, artizliklerine yani. Nasılsa erken bir sene daha hazırlanırız demişler, geldi hayatıma girdiler (İyi ki de girmişler.) Biz üçümüz takılıyoruz falan ama herkes takıldığı bir soru olunca bu ikisine götürüyor, ben yanlarında besleme Lamia gibi kalıyorum. Baktım böyle olmayacak ya arkadaşlığımı kesecem bu ikisiyle ya da onlardan biri olacam. Ben ikincisini seçtim. O gazla başladım ders çalışmaya, her aktiviteye katılıyorum, aktiviteden kastım test çözmek, konu anlamak tabi. 


Bu arada ben Cemaat dershanesine gidiyordum, onlarında son üç katı yurttu. 12 katlı bina tabi 3 katını da yurda ayırmışlar. Ben bu hatunlara yetişecem ya bilgi konusunda, canımı dişime takmışım. Yurtta kalıyorduk o akşam ve sabah 8'de dersimiz vardı. Kızlar sabah derse gitti. Ben biraz geç kalmıştım. Dişlerimi fırçaladım, defterimi kitabımı almak için dolabıma gömülmüştüm ki kapımın önünden bir kız geçti. Geçerken bana baktı, bende ona baktım. Normal bir bakış değildi. Bir çok anlam ifade eden ama benim bir tanesini bile anlamadığım bakışlardı. Sonra geri döndü. Odaya girdi ve 'pardon saatiniz var mı ?' dedi. '8:10' dedim. Teşekkür etti. Odadan çıktı. Ben eşyalarımı topladım, O tekrar geldi. 'Diyarbakır'da bulundunuz mu hiç?' dedi. 'Hayır, neden' dedim. 'Çok sevdiğim bir arkadaşıma benziyorsun' dedi. 'Ama o olamam di mi ?' dedim gülerek. 'Keşke olabilsen' dedi. 'Nerede arkadaşın ?' dedim. 'Öldü' dedi. Tabi benim tüyler tiken tiken. Bir yandan tırsıyorum bir yandan acayip bir mistisizmin ortasındayım. 'Yaa, başın sağ olsun' dedim. 'Sen sağol bana yeter' dedi. Allah'ım ne demek istiyor çekip vuracak mı şimdi napacak diyorum içimden. Yalan mı söylüyor, dalga mı geçiyor, kafa mı buluyor, ciddi mi anlayamadım bir türlü. Sonra 'sana bir kere sarılabilir miyim çok özledim onu' dedi. Resmen zangırdıyorum. Hayır yüzünde bir ifade de yok. Sarılıyorum ayağına bıçağı falan saplayacak eşşek cennetine yollayacak, ateist midir nedir cemaat yurdunda ayin mi yapacak acaba diye düşünürken korkunun ecele faydası yok dedim ağzımdan 'tabii' kelimesi çıktı. Bana bir sarıldı ama ne sarılma. Anlattıkları doğru herhalde dedim yani o an. 'Teşekkür ederim' dedi, çıktı gitti. Ben bu neydi şimdi diye orada öyle durdum bir bekledim. Rüya mıydı gerçek miydi, az önce tanımadığım bir kız bana ölü arkadaşına sarılır gibi sarıldı mı, sarılmadı mı... Durdum durdum gittim sonra derse.


Sıraya geçtiğimde Şule 'nerde kaldın' dedi. 'Çok acayip bir şey oldu ya tenefüste anlatırım' dedim. Ama ders falan dinleyemiyorum. Neyse zil çaldı, o zamanlar zil vardı yaa ne günler... Esma da geldi, dedim böyle böyle. Kızın biri geldi böyle böyle dedi, böyle böyle sarıldı gitti dedim. 'Allah Allah' falan dediler ne olabilir ki acaba falan diye düşündük ama aklımıza da bir şey gelmiyor ki. Bir tek ben 'kesin ateist beni ayine kurban edecek bak görürsünüz seçilmiş insanım ben' falan diyorum. 'Niye seni seçsinler saçmalama' diyorlar. 'Kedi besliyorum kızım benden iyisini mi bulacaklar ayin için' diyorum. İyice kafam sulanmış, derken bu tuhaf kızımız girdi sınıfımdan içeri. Allah dedim neyse ki kalabalık içinde bir şey yapmaz. Geldi yanımıza oturdu. Gözbebeklerimin içine bakıyor resmen. 'Beni arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın?' dedi. Tanıştırdım. Sonra hep beraber sohbet ediyoruz falan ama gözü hep bende. Yani cinsiyeti erkek olsa hadi bir fikir yürütücem ama bu ne kardeşim böyle elimi falan tutuyor, koluma giriyor, bik bik her yerde ortaokullu kızlar gibi kolkolayız. Ben dedim bu kesin lezbiyen. Baya kızlara ilgi duyuyor belli. Kızlarda olabilir dediler tabi ateist fikrinden daha cazip geldi bu. 


Başka bir tenefüs 'sen iyi sınıftasın, ben kötü sınıftayım çözemiyorum bazı soruları yardım eder misin bana?' dedi. Etmesem öldürecek diye korktuğumdan 'ederim' dedim. Geometri soruları getirdi bana. En kolay sorular, çözdüm anlattım falan 'aa evet, çok zekisin' falan dedi. Lezbiyen falan ama nereye çalışacağını biliyor dedim içimden. Zekama konuşsun canımı yesin. Sonra o aylar ramazan olduğundan 'gel seni bize götüreyim kızımız ol' tarzında tekliflerde bulundu. 'Annemle tanışmanı çok istiyorum bize yemeğe gelir misin?' dedi. Evde işimi bitirecek bu kafaya koymuş dedim. 'Ya canım benim annemler izin vermez öyle şeylere çok tutucular, kızarlarsa bana' dedim. 'Yaa' falan dedi, üzüldü. Derse girmem lazım dedim sıvıştım oradan. Esma sınıfta 'ben biraz araştırdım kızı babası da ölmüş' dedi. 'Yaa bende kıza yalanlar söylüyorum ya, ne lezbiyen ne ateist bunun psikolojisi ağır bozuk kesin, ondan böyle' dedim. 'Uzak dur Hande' falan dediler. Ama ne bileyim inceden bir acıma hissi almış yürümüş küçücük yüreğimde. Başka bir yandan da organ mafyası mı acaba diye düşünüyorum. Sonra bir ara duydum ki sınıfta bayılmış bu kız. Sonra da bir daha gelmedi dershaneye. Öyle bütün gizemiyle ortadan kayboldu.


Aradan aylar geçti, sınava 1-2 hafta kala dershanece katılacağımızı bir yemek için yurda çıkarken çıktı karşıma. Sınıfımın önünde bekliyormuş. Beni görünce koştu boynuma sarıldı. 'Seni görmek için geldim' dedi. 'Nerelerdeydin neden bıraktın dershaneyi' dedim. 'Olmadı bu sene, seneye hazırlanacağım' dedi. 'Anladım, ama benim gitmem lazım hoşçakal' dedim. 'Kendine iyi bak olur mu, bir daha seni göremem herhalde, kesin bir yerleri kazanırsın, gidersin' dedi. 'Kısmet' dedim. Tekrar sarıldık. Öyle arkamdan bakışını hissettim. Sonra dönüp el salladım. O da el salladı. 


Bir daha hiç görmedim, niyeti neydi, iyi miydi, kötü müydü hiç anlamadım. Ölen arkadaşına mı benziyordum, hiç arkadaşı mı yoktu bilemedim. Hala hayatta bir yerlerdeyse iyidir umarım. Hayatımda yaşadığım belki de en garip şeydi. Bu da böyle bir anımdı.


(Kızın adı da İlknur'du, şindi hatırladım.)


Zeheka odasından bildirdi.

1 Eylül 2011 Perşembe

Bu da Böyle Bir Anımdı.

Hızımı alamadım ikinci yazıyı yazıyorum. Yeni yazı konum vücudumdaki dikişler ve hikayeleri. Düşününce üçününde birbirinden saçma nedenlerde olduğunu fark ettim ve dedim ki;  'hey dostum neden yazmıyorsun ha?!' Sonra bu ikinci sınıf Amerikalı ayaklarını bir kenara bıraktım ve başladım.


İlk vukuatım 7 yaşında, ilkokul 1'e giderken, beyninin yarısı henüz çıkmamış arkadaşlarımın 'tek ayakla merdivenlerden çıkamazsın kiee, çıkamazsın kiee' diye melodik tutturuşlarının verdiği gaz neticesinde oluşmuş idi. Ben diyorum 'çıkarım', onlar diyor 'çıkamazsın.' İndim merdivenin en aşağısına, 'iyi bakın!' dedim. İyi ki de demişim. Üçüncü basamaktan sonra takılıp yardığım çenemden çıkan kanları görünce böcek gibi kaçıştı adiler.  O ilk yere düşüş anındaki kikirikleri duydum önce, sonra 'aaa kanıyoooo, hemşiree teyseeee' diye bağırışları... Hayır el kadar çocuğu neden gaza getiriyorsunuz ki? Hemşire Teyzemiz vardı ki neyse. Özel okulda okumanın avantajlarından biri. Kaptı beni kuş gibi odasına götürdü. Annem de aynı okulda ana sınıfı öğretmeni olduğundan, bir iç hatlar telefonuyla 3 dakika içerisinde yanımdaydı. Hiç tek başıma yıkımımı da yaşayamadım. Toplaştılar hemen kafama. Hemşire Teyzem 'bu benim yapabileceğim iş değil, dikiş atılması lazım' dedi. Benim kafamda yankılanan 'dikiş, dikiş, kiş, kiş, iş,şş,şş' sesleri durumun ciddi olduğunu ve korkudan geberdiğimi çığlık çığlığa söyleyen sessiz bir senfoniydi adeta. Babamı aradılar geldi bizi aldı. Annem arabayı çarpışan oto kıvamında kullandığı için o yıllarda, bizim gelmemizi güvenilir bulmadı da geldi diye düşünüyorum. Gittik bir hastahaneye, oturduk zevzek bir doktorun önüne. Zırıl zırıl ağlıyorum. Doktor 'bir şey yok canın yanmayacak sus bakayım' dedikçe basıyorum çığlığı. Yorgan diker gibi dikti çenemi. Acıdı mı, yok. Canım çok kıymetlidir. Ya acırsa diye ağladım zaten.


Sonraki günlerde bir havam oldu okulda, bir forsum oldu. Allah'ım sanki düşman kurşunuyla yaralanmışım, sanki Kore Savaşında gazi düşmüşüm. Nasıl pskilojilerdeyim nasıl. Herkese nazım geçiyor, bir şey istediğimde yapmayan olursa 'bak açarım çenemi, dikişi gösteririm ha!' diye tehdit edip istediklerimi yaptırıyordum. Gel zaman git zaman iyileşti benim şantaj kaynağım. Sıradan günlerime döndüm.


Aradan 2 bilemedim 3 sene geçti. Aynı okulda hem öğretmenlerim olan, hem de annemin kankaları olan 2 bayan gelmişti evimizi ziyarete. Kocaman çikolatalı bir pastayla. O dönemlerde cips 1, yaş pasta 2. sırada önem arz ediyordu hayatımda. Çok sevgili annem her sofrada olduğu gibi, o zaman da beni adam yerine koymayıp çatal getirmemişti. Kendi çatalımı kendim almam gerekiyordu. Fakat bu zor, bu çetrefilli, bu mermer, bu babamın boyum kadar terlikleri olan yolu nasıl geçecektim ? Geçemedim zira. Hayır neden koşuyorsun 10 yaşındaki Hande, neden ? Yeni temizlenmiş, %100 mermer, kaygan yerde, babamın terliklerine takılarak kapaklandığım zeminde çenemi aynı yerden ikinci kez yarmıştım. Her şey zaten yeterince zordu da, 'yine mi çenesini yardı bu kız yahu' edaları.. Sanki hobi olarak yapıyorum ben bu işi, sanki çok memnunum halimden, hayrettin insanlar ya! Babam tekrar arandı. 'Hande yine çenesini yardı' dendi. Babam beni kucakladı. Zevzek doktora götürdü. Ben ağladım, o çenemi dikti. Arabaya bindik. Siteye geldik. Aşağıda oynayan çocukların çeneme bakışları tekrar eski moralimi yerine getirdi. Korkuyorlardı benden. Kan çıkmıştı bedenimden, acı çekmiştim, acı çekerek olgunlaşmıştım adeta gözlerinde. Ya da ben öyle düşünsünler istiyordum. Neticede yine iyileştim. Yine atladım, hopladım, zıpladım, dikenli güllerin arasına uçtum, garaja bisikletle girip duvara çarptım, 'ellerimi bırakarak bisiklet sürerim ben, yaparım bunu' diye zeminlerle dost oldum. Ama geçen seneye kadar bir daha hiç bir yerimi yarmadım.


Talihim döndü, saçma yarılmalar yaşamıyorum artık hepsi çocuklukta kaldı diye düşünürken hayatımın belki de en ama en saçma yarığını topuğumda yaşadım. Topuk yani, topuğun üstü. Kesen ne? Kase.Ne yaparken? Cacık. Yaşamasam hayal edemem.


Bir ramazan günü iftara 15 kala cacık yapayım dedim. Ben demedim daha doğrusu 'kızım cacık yap' dediler. Cacığı yaptım, kaselere koyma faslında dolaptan aldığım bir adet hain kasenin ellerimin arasından kayıp topuğumu keseceğini nereden bilirdim ? Önce bir fasıl tezgaha çarptı kase, sonra ikiye bölündü, sonra ben kendimden bir 'ayh' sesi duydum. Bir yerim acımadı ama bir şey oldu hissediyorum. Önüme baktım önce, elime falan bir şey yok. Kafamı arkama çevirdim, orada mini çaplı bir şelale. 'Anaa gitmiş ayak' dedim. Tepkim bu  mu olmalıydı bilmiyorum. Ama ağzımdan çıkan buydu. Annem koştu, abim koştu, babam koştu. Ben böyle aksiyon ailesi görmedim ya. Abim 'dikişlik bu dikişlikk !' diye bağırıyor, annem 'ay zaten iki gram kanı var o da boşa akıyor' diyor. Abime 'yüklen hadi hemen hastahaneye götür' dedi. Kana da bakamaz, gelmedi o yüzden. Üzerimde elbise iki karış. Ben; 'bu halde gidemem dur üstümü değiştireyim' diye basıyorum üzerine foşur foşur ayak. 'Sen dur' dedi annem, gitti bir elbise getirdi dolabımdan üstümdekini nasıl çıkardı onu nasıl geçirdi bilmiyorum o kadar hızlıydı ki kaçırdım o anı resmen. Hastahane de evimize 50 metre olduğundan hemen kendimi yüzüstü uzanmış hasta yatağında dikişim yapılırken zevzeklik yaparken buldum. Ne saçmalıyorum ama haddi hesabı yok, diyorum ki 'sizi de rahatsız ettik iftar iftar, yuvarlayın şunu 5 dikiş yapın, ben yine gelirim, bende vukuat bitmez' falan diyorum. O dikişten önce yaptıkları tetanoz aşısı kafa yaptı herhalde bilmiyorum. Eve geldim ya diyorum 'nasıl dikiş yaa, nasıl yarık bu yaa, hiç acımadı yaa' meğersem cam kestiği anda acıtmazmış sonra anasını bellermiş insanın. Gece iğnenin etkisi geçinci bir zonklamalar, bir portlamalar, sanırsın topuğumda parti veriliyor. Günlerce bastonla yürüdüm, pansumana gitmemek için sayısız bahaneler üretmeye çalıştım. Kendimi sakat, kendimi eksik, kendimi muhtaç ve kendimi acınası hissettim. Sonra diğer dikişlerim gibi bu da geçti. 


Allah'ın hakkı 3'tür. Bana da bu üç yeter. Daha da dikiş neyim istemiyorum. Ne bileyim en azından olacaksa da şöyle afilli bir hikayesi olsun. Karizmatik bir yerlerde olsun, minik olsun, hemen geçsin.  

Zeheka odasından bildirdi. 



9 Ağustos 2011 Salı

Ama Bazı Günler Akmalı

Bazı yemekler tuzsuz olur, bazı günler tatsız, bazı ömürler kelebek kanatlarının çıkmasına bile zaman tanımadan biter. Bazı ayrılıklar hiç kavuşmamacasına yaşanır, bazı aşıklar kavuşmadan da aşkı yaşar en derinde. Bazı günler çok dansöz olur, bazıları çok kütük. Kendinle savaşın ortasında bir yerlerde 'çekiliyoruzzz' gong'u çalar. Birileri gider, birileri kalır. Kalanlar gidenlerin yerini doldurmaz, gidenler gittikleri yerde önceden gitmişlerin yerine bakmaz. Mutlu masalların prensleri ölmez, acıklı masalların uyuyan güzelleri becerilselerde uyanmaz. 


Kısa metraj hayatların, uzun soluklu anları... Dur dedikçe akan, ak dedikçe duran kişiliklerine inat yaşanmalı. Ama bazı günler akmalı. Uzun metraj akmalı. Sadece hızla hareket eden insanlar görünmeli geride. Sonra birden durdurulmalı. Normal seyrine alınmalı. Kalındığı yerden devam etmeli. Devam ettiği yerden mutluluğu fırlatmalı. Bazı zamanlar hızlı akmalı. Her şey olacağına değil de, en mutlusuna varmalı.


Zeheka odasında bildirdi.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

O hamburgerleri çok güzel hazmettik - Engellileri Ötekileştirmeyin

        
'O hamburgerleri çok güzel hazmettik.'


       Son iki gün içinde Twitter da o kadar çok bu yazı paylaşıldı ve '#BurgerKing yeme ' tarzı yazılar yazıldı ki ben de yorumumu Twitter'a sığmadığı için buraya yazayım dedim. 
Yazı Radikal Gazetesi yazarı Ezgi Başaran'ın Bu hamburgeri hazmedebilecek misiniz? başlıklı yazısıdır. 41 yaşındaki bir engelli vatandaşımıza telefon şubelerinden birinde yapılan insanlık ötesi eylemden bahsedilmiş. Telefonla sipariş aldıkları için makineleştiğine, insani eylemlerinden uzaklaştığına kendini değersiz görmeye başladığına değinilmiş.Yazının bu kısımları gayet güzel. Fakat sonu öyle bir bağlanmış ki çocukken yaptığımız 'Ben Ayşeyle konuşmuyorum artık O'nun arkadaş grubuna da küstüm. Hiç birine selam vermicem' davranışına dönmüş. Pardon da kimse kimseye 'git 11 saat çalış, salak bir şube müdürünün yersiz egolarına maruz kal, ülseratif yiyecekler ye kanserden öl' demiyor. 41 yaşındaki engelli vatandaşımız bu işi bulduysa daha iyilerini de bulur. Belli ki içinde çalışma azmi var. Bir insana engelli diye acımak yapılacak en büyük kötülüktür. O'nu diğerlerinden ötekileştirmektir. Kendi vicdan sesinize göre 'ay şöyle olmuş, böyle olmuş, yazıkk' tarzı yorumlar yaşadığı muameleden daha acı veren bir durumdur eminim. Sonuçta o muameleye engelli olduğu için maruz kalmıyordu. Diğer şube arkadaşlarının hepsi gibi maruz kalıyordu. Çünkü orada işler yanlış yürüyordu. . 

       Bunların hepsi bir yana ben neden bu hamburgeri hazmedemeyeceğim o kısmını hiç anlayabilmiş değilim. Bu insanlar şartları ağır, hafif bir şekilde bu kazanca ihtiyaç duyuyorlar. Biz bu hamburgerleri hazmedemezsek bu insanların karnı doymaz. Size garip gelen bana garip gelen düzendeki yanlışlık, evet. Bir şeyler ters gidiyor, evet.  Ama  'Aloo, orada mısınız telefonun öbür ucundaki karnı aç insanlar! Hazmetmeye vicdanınız varsa şimdi söyleyiniz: Hamburger mönünüzü nasıl alırdınız? Orta boy mu olsun, süper mi?' diye bir finali hak edecek bir şeyler yapmıyoruz. Yersiz vicdanla insanları arkanıza almaya çalışmayı bir kenara bırakın, mantıkla düşünün. Mantıkla yazın.  

       'Engellilere Acımayın' 

        Engellilere yardım etmeyin anlatmaya çalıştığım durum değil. Engellilere hayatın içinde herkes gibi olabilme imkanı verin. Acıyan gözlerle değil, acaba başına ne geldi diye düşünerek değil engelli olmayan diğer tüm insanlara baktığınız gibi bakın. Sokak çocuğunun elindeki mendili almayıp para vermeye kalkmayın. Mendili alın, parasını verin. Verin ki o hayatı öğrensin.
     
     Geçenlerde bir mendilci çocuk yanıma geldi 'abla mendil alır mısın?' dedi. Elimdeki tüm bozuk paraları verdim  'mendili almayacağım' dedim. 'Abla al ben dilenmiyorum' dedi. Şaşkınlıkla aldım. Koşuşunu izledim. Arkamızda duran mağazaya girdi ve mendil aldı. Onları tekrar satmaya başladı. Dilenmedi. Acımamı istemedi. Tek istediği ticaretini yapıp kar sağlamaktı. Üstelik 10 yaşlarında. Para verdiğim için takdir edilmesi gereken ben değildim, herkes gibi yaşayan o çocuktu takdir edilmesi gereken. Mendili bana zorla vermeseydi de, parayı alıp gitseydi benim hayata bakış açımı değiştirmezdi. Beni bu kadar mutlu etmezdi. Belki iyilik yaptığımı düşünüp bir nebze egolarım şişerdi. Ama ben iyilikten çok öte bir şey yapıp onun hayatla mücadelesindeki bir zincirin halkasını oluşturdum. Ben ondan mendil satın aldım.
     
      Kimse aradan çıkan üç beş kişi kadar vicdanlı değil. Kimseyi yazdığınız köşe yazılarıyla vicdan sahibi yapamazsınız. O yüzden yaşama engeli olmayan insanları ötekileştirmeyin.


Zeheka odasından bildirdi.