10 Mayıs 2013 Cuma

Hem Uyurum Hem Atraksiyondan Atraksiyona Koşarım

Gerçek Misin Rüya Mısın Nesin?

Daha önce şu yazımda uyku arası nasıl saçmaladığımı yazmıştım. Allah'ın verdiği garip bir o kadar da eğlenceli bu özelliğim hakkında yeni afacanlıklarla yine karşınızdayım.

Çok fazla rüya görmeme rağmen hayatımda sadece bir kere karabasana denk geldim. Onun da karabasan olduğunu hemen anlayınca hiç zevki çıkmadı. Oysa yıllarca bu günü beklemiştim. Neyse. O gün  karabasan desen karabasan değil, sıradan rüya desen sıradan rüya değil çok acayip bir şey gördüm.

Annemle evdeyiz. Oturma odasından televizyon sesi geliyor hep aynı ses. Bir haber sesi. Haberi hatırlamıyorum. Otuma odasına gidiyorum televizyonu kapatıyorum. Annemin yanına geliyorum ve uyandırmaya çalışıyorum, uyanmıyor. Her seferinde daha çok bağırıyorum. Sonra kendimi tekrar yatağımda buluyorum ve "rüyaymış" diyorum. Sonra yine aynı televizyon, aynı oda, aynı haber, aynı anne, aynı bağırış. Yine rüyadayım. Hayda. Sonra bir daha aynı aksiyonlar. Yine rüyadayım. Altı yedi sefer her biri diğerinden daha gerçekçi olmak suretiyle bir dizi inception yaşadım.

Uyandım.
Oturma odasından ses gelmiyordu bu  sefer.
Annemin yanına gittim.

-Anneeooo anneeoooo! (Dürtmeler...)
+Ay o ne ?!
-Sen gerçek misin ?
+Hande?!
-Gerçek misin nesin sen !
+Işığı aç ışığı! Zebellah gibi dikilmiş başıma!

Işığı açınca tabi ben de aydınlandım. Uyanık olduğumu ve bunun diğer rüyalardan biri olmadığını anladım. Sonra da bir saat kadar güldük. Ben mallığıma gülüyorum, annem içime cin min kaçtı sanmış o uyku sersemliğinde kalp krizinden gidecekmiş o ona gülüyor. Sonra araştırdım ettim lucid dreaming denilen hedeyi yaşamışım. Az kontrol edebilsem astrale kadar yolu varmış da işte beceremedik. Bir dahakine inşallah.

Faturalar Nerde, Nerde Faturalar!

Yaklaşık bir 7 ay kadar önce bir yeminli mali müşavirin yanında işe başlamıştım. Yeminlimiz vergi rekortmeni olduğu için işleri de haliyle son derece yoğun oluyordu. Büyük bir firmanın ihracat kdv iadelerine bakıyorduk. Fakat firma büyük olduğu için harcamaları da haliyle büyük oluyordu. İndirilecek KDV'leri de bizler için eziyet. Dosyalar bir türlü bitmediği için bir kaç akşam eve iş getirdiğim bile olumuştu. Çünkü firmanın iadeler tamamlanmadan biz erken çıkamıyorduk bir türlü.

Sürekli iş düşündüğüm böyle bir günün gecesinde başladı serüvenimiz...Neden bilmiyorum ama uyur gezerliğim tutunca ben direk annemlerin odada alıyorum soluğu. Musallat oldum insanların başına.

A: Annem
B: Babam
Z: Zeheka

Usulca annemin tarafına geçip yastığının altını karıştırmaya başladım. YASTIĞININ ALTINI!

A:Hı...
Z:...
A:Noluyor noluyor!
Z:Faturalar nerde?
B:Hande!
Z:Şubat ayının dosyası vardı nereye koydun dosyayı?
A:Ne diyor ya bu yine, ne dosyası?
Z:Off...(Aramalar devam ediyor)
B:Uyuyor ya.
A:Nasıl uyumak ya bu?

Dosyayı bulamadıkça agresife bağlıyorum. Çekmeceler, dolaplar açılıyor bu arada tarafımdan olmayan dosya aranıyor.

A: Kızım uyuyor musun, uyuyorsan söyle. (Süper soru)
Z: Ne uyuması ya her gün yaptığım iş!
A: Uyuyorsun çünkü hiç mantıklı değil şu yaptıkların.
Z: Tamam gel, gel bilgisayardan göstereyim. (Ne göstereceksem)

Odama girip bilgisayarı açıp ışığı yüzümde hissedince aydınlandım yine. "Lan ne yapıyorum" deyip bilgisayarı kapatıp yatağın içine girdim. Bu sırada annem girdi odaya.

A: Hani gösteriyordun?
Z: Tamam ya bir şey yok.
A: Sen iyi dadandın ha iki haftadır, kapımızı kitlicez biz.
Z: Valla sizin için en hayırlısı.

Gece Beni Aramışsın?

Sabah 7-7:30 sularında bir arkadaşımın telefonuyla uyandım.

-Hande?
+Hı?
-N'oldu gece beni aramışsın?
+Seni mi aramışım?
-Evet 5 gibi beni aramışsın.
+Elim değmiştir ya. Aramadım.
-Hay Allah seni bildiği gibi yapsın ya benim de ödüm koptu o saatte aramanı görünce. Yat hadi yat.
+Tamam görüşürüz.

Aradan bir kaç saat geçtikten sonra başka bir arkadaşım:

+Efendim?
-Hande çocuk?
+Efendim?
-Gece beni aramışsın?
+Allah Allah? Seni de mi?
-Evet başka kimi aramışsın ki?
+Şule'yi de aramışım da elim değmiş herhalde bir şey yok yani.
-Ha tamam o zaman ben de bir şey oldu sandım. Sen uyuyordun herhalde hadi yat yat kapatıyorum ben.
+Tamam görüşürüz.

20 dakika sonra başka ve çok alakasız bir arkadaşım:

-Hande?
+Seni de mi aramışım?
-Evet.
+Ya gece herhalde elim değmiş yanlışlıkla olmuş yani kusura bakma.
-Yok sorun değil ben o saatte aramanı görünce bir şey oldu sandım.
+Yok yok bir şey olmadı. Kusura bakma tekrardan.
-Önemli değil, görüşürüz.
+Görüşürüz.

Ardı ardına 3 arama gelince benim uyku da bölündü haliyle. Aramalarıma baktım ben bu üç arkadaşı da saat 5 sularında aramışım. Baya aramışım yani öyle elim falan değmemiş. Zaten bir kere benim telefon ana menü girişi için şifre istiyor ki insanları aradığıma göre ben o aşamayı geçmişim. Hadi diyelim böyle bir şeyi yok saydım, bunlardan biri 'Ş'de biri 'H'de diğeri de 'A'da telefon listemde. Yani öyle ard arda geliş de söz konusu değil. Velhasıl kelam ben ve bu üç arkadaş gecenin bir körü neden aradığımı hiç öğrenemedik. Keşke birisi açsaydı telefonu da anlasaydı derdimi. Kısmet.

Zeheka odasından bildirdi.

24 Şubat 2013 Pazar

Zeheka'nın Kopya ile İmtihanı

Hiç bir zaman çok çalışkan bir öğrenci olmadım. Bu bir seçimdi. Ben çalışkan olmayı seçmedim. Hep pencerenin dışındaki bahçedeydi benim gözüm. "Zil çalsın artık"taydı, "Tenefüse kaç dakka var"daydı, "Diğer derse girmesek mi"deydi, "Neyse ya yatayım da ikinci derse giderim artık"taydı.

Pişman mıyım ?
Hayır.

Dünyaya bir daha gelsem ben yine ortalama bir öğrenci olurum. Çünkü zaman akıp giderken ders çalışmaların hiç biri kalmıyor akılda aralarda ne yaşadıkların kalıyor hep. Ben ortaokul ve lisede çok kopya çeken bir öğrenciydim. Üniversitede biraz daha sakince geçti kopyalamalarım. 6 ay uzaklaştırma vardı, saksı değildi takdir edersiniz ki.

DERS: TRAFİK VE SAĞLIK MI NE ÖYLE BİR ŞEY HEDESİ

İlk kopya deneyimim bu vıttırıvızzo derste olmuştu. Orta bire gidiyordum. Her sınıfa neredeyse aynı sorular sorulur ve önce sınav olan sınıftan sorular alınırdı. Hemen koştuk soruları aldık tabi ki, hemen ordan "sizi öğretmene söylicem" Ebru'su çıktı ortaya. "Bak sana da soruları veririz"le falan da kandıramazsınız bu tipleri onlar inek gibi çalışmıştır çünkü. Gamsızdır. Bu gibi durumlarda en yakın arkadaşcılığı oynama gibi bir taktiğim vardı benim. Güzel sözlerle, bir kaç güzel ortak anıyla, karşı tarafı suçlu hissettirme yöntemiyle bir nevi hemşericilik yaparak safıma çekerdim. Hemen elimi omzuna atıp:

-Ama Ebru çok kırıyorsun beni. (UMRUNDA DEĞİL)
-Sana da verelim soruları sen de bizdensin. (BİZ KİMSEK?)
-Ebru soruları almak zorundaydım çalışamadım çünkü sen akşam benim neler yaşadığımı bilmiyorsun tabi!(BİŞE YAŞAMADI)
-Peki Ebru sen bilirsin. (ZARF)
-Yalnız şunu da bil öğretmene söylersen adın ispiyoncuya çıkar tüm okul seni öyle bilir.(TEHDİT)
-Tamam vermeyiz tüm sınıfa sadece biz, tamam en çok sen çalıştın tamam, hakkını yemicez senin tamam.(İKNA)

Ebru'da ikna edildikten sonra eve gidip sadece o 5 soruya çalıştım. Sonra da saatlerce TV izledim. Ertesi sabah:

-Hadi çıkarın bakalım kağıtlarınızı.
+Hocam siz dağıtmayacak mısınız soruları?
-Sınava kağıtlarını evde unutmuşum çocuklar kitaptan rastgele soru seçeceğim.
+?!?!?!?!?!?!?!?

-Ne diyo lan bu?
+Ne bileyim ya.

Hayattaki belki de ilk mortingenştrayze oluşumdur. Emin değilim. O ispiyoncu Ebru mu şikayet etti diye hala düşünürüm bazı geceler. Hiç unutmam viyadük nedir diye bir soru vardı. Ne bileyim ben viyadük ne? Bir de A'lı B'li yaptı uyuz kadın. İlk 10 dakika geçtikten sonra Seda ile aramızda şu konuşmalar geçti:

-Napacaz Hande ben bunların hiç birini bilmiyorum.
+Neyse ki ben çok iyi biliyorum Seda.
-Biliyor musun!
+Lan bi sus nerden bilecem.
-Kitap yanında mı?
+Hee.
-Kitabı aç!
+Oldu!

Trafik gibi bir dersten 0 almak var. Bedenden sınıfta kalmak gibi bir şey. Bana bir deli cesareti gelir. Açarım kitabı tak tak tak bulurum soruların cevabını döşerim kağıda. Seda yanımda kıvranır:

-Şşş bana da söyle.
+Dur şunu yazim de.
-Benim sorulara da bak Hande!
+Tamam dur.
-Lan zil çalacak şimdi bir şey yazmadım ben daha!
+Ölecem şimdi heyecandan Seda dur, sana verecem zaten kitabı.

Ben hayatımda böyle bir adrenalin yaşamadım gerçekten. 12 yaşındayım. Bir de kopya çekmeye en usta levelinden başlıyorum, öyle silgiye yazma falan da değil direk kitap açma. Cesarete bak. Şu gün yap desen yapamam. Ya da yaparım ya. Yaparım yaparım yine olsun yine yaparım. Sınavlar okunur tabi ben 70 alırım Seda 20 alır. Kıza vakit kalmadı ki. Bir soru yapabilmiş o. Kaç gün konuşmamıştı benle. Ama yani takdir edersiniz ki 10 sorunun da kopyasına yürekler dayanmaz.

O günden sonra iflah olmadım işte. Bildiğim bilmediğim ne kadar sınav varsa zulaları doldurdum. Etek uçları, gömlek kolları, süveter içleri, uç kutuları, ön sıraların arkası, sıra altları, öğretmen masasına kopya yazdığımı bilirim. Zaten o öğretmen masasının önü var ya kopyaya en müsait alan. Çünkü öğretmen kişisi sürekli dolaştığından orda ne numaralar döndüğünü pek anlamıyor. Akıllarda bulunsun efendim.

DERS: TARİH

Lise 1'e gidiyorum. Yani eşşek kadar olmuşum artık. İnce, daire kalem kutuları olurdu dikdörtgen şeklindeki kağıdı içine yerleştirince kağıt içinde U olur döndüre döndüre okurdum ben o kopyayı. O sınava da hoca kişisi stajyer bir hoca kişisiyle girmişti. Tabi ki stajyeri kim takar. Onlar sınıfta arkada boş sıraya oturan 40 dakika boyunca etliye sütlüye karışmayan ezik kimselerdi benim için.

O güne kadar.

Bir stajyerin bu kadar cevval olabileceği gerçekten aklıma gelmezdi. Bu gitmiş arkaya tünemiş. Ben ikinci sırada mıyım neyim. Kopyamı çekiyorum paşalar gibi. Hiç aklıma da gelmiyor bunun oradan beni dikizleyeceği. Geldi ani bir hareketle benim kalem kutuyu aldı kağıdı çıkardı:

-Bu ne?
+...(Damacana! diyemiyorsun tabi. Ne olacak angut kopya işte)
-Bunu hazırlayana kadar dersinize çalışsaydınız daha iyi bir sonuç elde ederdiniz!

STAJYERE BAK LAN! OLUM SEN KİMSİN?! OLMAMIŞ ÖĞRETMENSİN! AYNI OLMAMIŞ LİMON GİBİ, OLMAMIŞ MANDALİNA GİBİ BİR ŞEYSİN SENİN HAVAN KİME?!

Aldı benim kağıdımı artistlik bir hareketle. Dersin hocasına verdi, yaranmışlık edecem diye yaktı beni it. O dersten de 45 almıştım.

DERS: BİLGİSAYAR

Yine lise 1'deyim. Zaten ben hayatta iki kere kopya çekerken yakalandım ikisi de bu uğursuz seneye denk geldi. Yine inci gibi kopyacıklar hazırlamış kopya yuvam pileli eteğimin arasına koymuşum. Elim alnımda. Ki en kusurlu harekettir bu. Direk ilgiyi üzerinize çeker. Mümkün mertebe eller masada bulunmalı. Ben eteğimden baka baka yapıyorum soruları. Genççe de bir hocası vardı bu dersin ben hep Cem Davran'a benzetirdim adamı.

Usulca yaklaştı yanıma. Sıramın tepesinde durdu. Kaşıyla gözüyle "hayırdır" gibi bir hareket yaptı. Ben de "iyidir nolsun işte sınav halleri" gibi bir hareket yaptım. Sonra eliyle "ver ver o kağıdı" gibi bir hareket yaptı. Ben de elimle "hangi kağıdı" gibi bir hareket yaptım. Sonra:

-Kızım ne uğraştırıyorsun versene kopyayı! dedi.

O an bizim sessiz konuşmamız son buldu. Zaten az daha devam etse biz baya yeni bir dil keşfedecektik orada. Kopyayı aldı, kağıdı da aldı. Kopyayı aldın bari kağıdı alma. Hani kağıdı almamış olsa insan aklından kalanla bir şekilde bir şeyler yazmaya çalışır. Ama bu... ÇAAT!!

DERS: MESLEKİ İNGİLİZCE VİZE - FİNAL

Allah'a inanan bir insanım da ben bu dersin sınavlarında Allah'ın varlığına bir kez daha ve yürekten inanmışımdır. Üniversite yıllarında kopyalarım genel olarak harflerden oluşurdu. Derse çalışır sonra da çalıştığım yerlerdeki cümlelerin ilk harflerini yazardım. Bir şeyin ilk cümlesini hatırlayınca gerisi gelir ya ben de ilk harfini hatırlayınca gerisi geliyordu. Madem dedim böyle güzide bir özelliğim var ben bunu kullanayım. Çoğu zaman elim;

Soru:AHYNFLI
Soru:SKMIEKSÖ
Soru:HSMSJÖ DRGD DSÇKIYRH KGHM  gibi şeylerle dolu olurdu ve çoğu kez "bu ne lan?" sorusuna maruz kalırdım. Da Vinci'nin şifresi anasını satayım, tükenmez kalemle elime yazıp geziyorum, sınav dönemlerinde uğur getiriyor! Ne olacak kopya işte. Yılların birikimi var bende level atlayacaz tabi ki.

Ama işte ders mesleki ingilizce olunca bu taktiğimi kullanmanın imkanı ihtimali yok. Çünkü kelime soruları var, çeviriler var. Çeviriler hadi bir şekilde ortalama anlamından yola çıkarak yapılıyor da kelime kategorisi çok kasıyordu. İşte o gibi durumlarda imkanlarının sana sunduğu nimetlerden faydalanman lazım. İPhone'nun az ekmeğini yemedim ben. Kelimeleri sözlüğe yazıp çeviriyordum. Ama işte elin masada olması lazım aşağıda olunca dikkat çekiyor.

Ben böyle tıkır tıkırdım çeviri yaparken gözetmen fark etti beni. Arka sıramda oturan arkadaş "bu vallaha sana geliyor ne yapıyorsan yok et" dedi. Ben telefonumu hemen bacağımın altına koydum. Işığı yanıyor güneş gibi. Asistan kadın yaklaşıyor bu sönmüyor. Ben içimden bildiğim tüm duaları okuyorum derken söndü. Bu bir sağa baktı bir sola baktı eğildi sıranın altına baktı, arka sıraya geçti öbür tarafıma baktı. Abi "sen bi kalk bakalım oradan" demedi ya kadın. Yüzyılın salaklığı bence. Ben kalkınca oturak da otomatik olarak kapanacağı için telefon pat diye yere düşecek ve ben yakalanacaktım. İman gücüyle  atlattım resmen olayı. Telefonu da hemen çantaya koydum gidince. Açgözlülüğün alemi yoktu. Allah'ın bana verdiği kadarıyla yetinmeyi bilmeliydim.

Finaline gelince yine kelimeler, yine akıllı telefonum, yine heyecan stres. Ama ne yapayım yani o kelimelerin hepsini öğrenebilme gibi bir şansım yoktu binlerceydi çünkü. Ben yine usul usul başladım kelimeleri yazmaya derken gözetmen beni yine fark etti. Ama ben ona hiç bakmadım. Sanki fark ettiğini hiç fark etmemiş gibi ama geliyordu işte... Ben başladım yine dualara.. Tam o sırada kapıdan biri girip:

-Hocam bir saniye bakar mısınız? dedi.

HIZIR YETİŞTİ HIZIR! Yani anca filmlerde olur böyle bir şey. Allah'ım ne büyüksün dedim.


Şunun da ekmeğini az yemedim ben. Akıllarda bulunsun. 4-5 kalemle rahat 70 alınır.


Benim kopya anılarım bitmez de bu yazının sonuna kadar dayanabilen olacak mı bilemiyorum. Artık onları da başka bir sefer de yazarım. Zaten yakında Hem Uyurum Hem Gezerim 2'yi de yazacağım. Uzun zaman oldu. Atraksiyonlarım mevcut. Tabi ki de paylaşacağım bu zottirik hallerimi. Sözlerime burada son verirken imzamı atayım da gideyim artık.


Zeheka odasından bildirdi.

1 Şubat 2013 Cuma

Ah Muhsin Ünlü - Gidiyorum Bu*

Bugün Ah Muhsin Ünlü'nün şiir kitabı olan Gidiyorum Bu'yu aldım. Oldum olası Onur Ünlü kafasını merak etmişimdir. Güneşin Oğlu ile tanıdım ilk olarak kendisini. Leyla ile Mecnun ile devam etti. Öyle değişik bir kafası vardı ki metil alkolle yakın bir ilişkisi olduğunu düşünüyordum ne yalan söylim.Yanılmadım.

Şiirlerini Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla yazıyordu. Şiirlerini çok az bilirdim. Şiirlerinin şiirle pek alakası yok zaten. Tek ortak özellikleri dizelerden oluşması. Çok güzel dizeler var aslında içinde.

"Resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım." gibi,
"Bilesin; göğsümde hangi yöne açılmış tek gülsün. Yani ya bu eller öpülür ya sen öldürülürsün" gibi,
"Nasıl olsa istediğim şeylerin hepsini yapamayacağım, çünkü insanın ölmek gibi bir alışkanlığı var." gibi,
"İnsan acizdir muhtaçtır çok artistlik yapılmamalıdır." gibi.

Önce çok derin anlamları olan bir şey okuyorum hissine kapıldım. Yavaş yavaş okuyordum. Sindire sindire. O kadar derindi ki anlamlar benim kapasitem yetmiyordu anlamaya. Bir daha okudum. Sonra bir daha.

Gülmeye başladım. Her satırda kahkaha atıyorum hem nasıl!

Şimdiye kadar gördüğüm en güzel kafa bulan şiir kitabı.

Güldürürken düşündüren kısmını at 'düşündürürken güldüren' kısmı bu kitabın özeti.

Benim tahminim sözlükten rastgele seçilen kelimelerle nasıl şiir kurulur ve yeni bir akım yaratılır tarzında bir düşünce hakim şiirlerine. Şanslı masa, ilk etap o 500 TL'lik kısmı var ya işte Onur Ünlü'den etkilenerek bulmuş olabilir zannımca.

Kuşlar Ölürlerse Yere Düşerler favori şiirimdir. En çok o gözlerimden yaş getirdi gülerken. "Kelimelerimiz: Zehra, Tay, Zenci, Tiren, Laborant, Baba, Kediler, Mor, Kuşlar. Haydi Muhsin Ünlü bunlardan 60 saniye içinde şiir yaz bakalım." demiş gibi biri.



Ben bir de şair anama "Bak Onur Ünlü'nün kitabını aldım, oku da şiir gör." dedim. "Pek şiirlik bir değeri yok bunların." dedi. Hani bankadan çektiğin milyarlarını "Gel abla altın çakmak var. Bunu kuyumcuya satsan dünyalar eder" diyen bir dolandırıcıya kaptırmışlığın vermiş olduğu bir şaşkınlık olur ya. İşte ben onu yaşadım okurken. Ama nasıl tatlı bir şaşkınlık. Şiir okurken gülüyorum ya. Ne tuhaf.

Keşke 4 Eylül 1988 sabahı on biri yirmi geçe son vermeseydin şiir yazmaya. Ah Muhsin Ünlü sen güzel adamsın vesselam.

Özetle: Gerçekliğe Fizan kadar uzak, rasyonel kediler kadar yakın. Ben hiç bir bok anlamadım. Saygılar.

Zeheka odasından bildirdi.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Beyin Sesleri



Hep en hüzünlü şeyin palyaçolar olduğunu düşündüm. Şarkılar olmalıydı oysa. Olmadı. 


Sen hiç kafasına silah dayamış bir palyaço gördün mü ? Oysa silah en çok palyaçoların kafasına yakışırdı. Beyninden rengarenk kanlar çıkacak. Etrafa yayılacak. O öyle bir cümbüş ki, o gün oradaki herkes izleyecek. Görenler bilmeyenlere anlatacak. Hiç biri görenler kadar etkilenmeyecek. Görenler anlamayanları anlamayacak. Anlamayanlar sıradan hayatlarına dönecek. Görenlerin ise hiç bir zaman sıradan olmayacak hayatları.


Bazı şeyler yanlış, bir şeyler bozuk.. Bulamıyoruz. Hiç birimiz bulamadık bugüne kadar. 


Yeri doldurulacak insan yoktur yeryüzünde. Ama yine de denir: "Yeri doldurulmaz değildi." diye. Ayşe'nin yerine Aslı'yı koyamazsın, Ali'nin yerini alamaz Veli, Ahmet'in ses tonunu Mehmet veremez, Zeynep'in güldüğü gibi gülemez Burcu ve konuşamaz hiç bir kimse Mert'in konuştuğu gibi. Onlar sadece daha az sevilenlerdir. Daha az sevilenler başka biri yerine ikame edilebilir görünenlerdir. Ve bizler bunu yanlış bilenlerdik. Kimse öğretmedi böyle olmadığını bize. Ya da biz tıkadık kulaklarımızı öğrenmeyelim diye.


İnsan olman en büyük hayvalıkları yapmanı gerektirmiyordur aslında. Ama sen yine de yaparsın.


Her satırda yeniden başlıyorum yazmaya. Allak bullak, bölük pörçük. Sarhoş değilim ama. Aslında sarhoşken yazsam çok daha eğlenceli olurum. Çünkü bazı zamanlar sadece yazmak istersin. Düşünmeden. Hiç ara vermeden. Beynin ne diyorsa ellerin onu yazmak ister. Sen onu susturursan her şey susacak. Susmasın istersin. Hiç bir şey susmasın. Dönme dolaplar dönsün, yeni şarkılar yapılsın, yeni kavgalar edilsin, yeni insanlar yetişsin... Yalan söyledim. Sen sustuğunda hepsi de seninle sussun istersin. Her şey dursun. Herkes dursun. Hiç bir şey durmaz. Sen dururken hiç bir şey durmaz. Acıtır canını. İnsansın işte bir şeylerin merkezi olmak istersin. Merkezi olduklarını görmezsin. İnsansın işte hep kötü olanı istersin. 


Şimdi ben sana diyorum ki sahip olduğun tüm güzel anıları alacağım senden, sen bana küfür etmişsin çok mu ?


En mutlu anını düşündün mü hiç ? En büyüğünü. Hemen hatırlanmıyor. Oysa mutsuz olduğundan çok daha fazla mutlu olmuşsundur hayatta. En mutsuz anının düşündüğünde o hemen belirir kafanda ama. Neden böyle? Neden en mutlu anlar kolay unutulurken en mutsuz anlar kazınır ki beynine ? Kötü olan neden bu kadar unutulmaz olur? Canını yaktım işte neden hala buradasın ? Sarhoş değilim o konuda anlaşalım. İçemiyorum zaten. Sarhoş olsam çok daha eğlenceli olurum aslında.

Zeheka bildirdi.