24 Şubat 2013 Pazar

Zeheka'nın Kopya ile İmtihanı

Hiç bir zaman çok çalışkan bir öğrenci olmadım. Bu bir seçimdi. Ben çalışkan olmayı seçmedim. Hep pencerenin dışındaki bahçedeydi benim gözüm. "Zil çalsın artık"taydı, "Tenefüse kaç dakka var"daydı, "Diğer derse girmesek mi"deydi, "Neyse ya yatayım da ikinci derse giderim artık"taydı.

Pişman mıyım ?
Hayır.

Dünyaya bir daha gelsem ben yine ortalama bir öğrenci olurum. Çünkü zaman akıp giderken ders çalışmaların hiç biri kalmıyor akılda aralarda ne yaşadıkların kalıyor hep. Ben ortaokul ve lisede çok kopya çeken bir öğrenciydim. Üniversitede biraz daha sakince geçti kopyalamalarım. 6 ay uzaklaştırma vardı, saksı değildi takdir edersiniz ki.

DERS: TRAFİK VE SAĞLIK MI NE ÖYLE BİR ŞEY HEDESİ

İlk kopya deneyimim bu vıttırıvızzo derste olmuştu. Orta bire gidiyordum. Her sınıfa neredeyse aynı sorular sorulur ve önce sınav olan sınıftan sorular alınırdı. Hemen koştuk soruları aldık tabi ki, hemen ordan "sizi öğretmene söylicem" Ebru'su çıktı ortaya. "Bak sana da soruları veririz"le falan da kandıramazsınız bu tipleri onlar inek gibi çalışmıştır çünkü. Gamsızdır. Bu gibi durumlarda en yakın arkadaşcılığı oynama gibi bir taktiğim vardı benim. Güzel sözlerle, bir kaç güzel ortak anıyla, karşı tarafı suçlu hissettirme yöntemiyle bir nevi hemşericilik yaparak safıma çekerdim. Hemen elimi omzuna atıp:

-Ama Ebru çok kırıyorsun beni. (UMRUNDA DEĞİL)
-Sana da verelim soruları sen de bizdensin. (BİZ KİMSEK?)
-Ebru soruları almak zorundaydım çalışamadım çünkü sen akşam benim neler yaşadığımı bilmiyorsun tabi!(BİŞE YAŞAMADI)
-Peki Ebru sen bilirsin. (ZARF)
-Yalnız şunu da bil öğretmene söylersen adın ispiyoncuya çıkar tüm okul seni öyle bilir.(TEHDİT)
-Tamam vermeyiz tüm sınıfa sadece biz, tamam en çok sen çalıştın tamam, hakkını yemicez senin tamam.(İKNA)

Ebru'da ikna edildikten sonra eve gidip sadece o 5 soruya çalıştım. Sonra da saatlerce TV izledim. Ertesi sabah:

-Hadi çıkarın bakalım kağıtlarınızı.
+Hocam siz dağıtmayacak mısınız soruları?
-Sınava kağıtlarını evde unutmuşum çocuklar kitaptan rastgele soru seçeceğim.
+?!?!?!?!?!?!?!?

-Ne diyo lan bu?
+Ne bileyim ya.

Hayattaki belki de ilk mortingenştrayze oluşumdur. Emin değilim. O ispiyoncu Ebru mu şikayet etti diye hala düşünürüm bazı geceler. Hiç unutmam viyadük nedir diye bir soru vardı. Ne bileyim ben viyadük ne? Bir de A'lı B'li yaptı uyuz kadın. İlk 10 dakika geçtikten sonra Seda ile aramızda şu konuşmalar geçti:

-Napacaz Hande ben bunların hiç birini bilmiyorum.
+Neyse ki ben çok iyi biliyorum Seda.
-Biliyor musun!
+Lan bi sus nerden bilecem.
-Kitap yanında mı?
+Hee.
-Kitabı aç!
+Oldu!

Trafik gibi bir dersten 0 almak var. Bedenden sınıfta kalmak gibi bir şey. Bana bir deli cesareti gelir. Açarım kitabı tak tak tak bulurum soruların cevabını döşerim kağıda. Seda yanımda kıvranır:

-Şşş bana da söyle.
+Dur şunu yazim de.
-Benim sorulara da bak Hande!
+Tamam dur.
-Lan zil çalacak şimdi bir şey yazmadım ben daha!
+Ölecem şimdi heyecandan Seda dur, sana verecem zaten kitabı.

Ben hayatımda böyle bir adrenalin yaşamadım gerçekten. 12 yaşındayım. Bir de kopya çekmeye en usta levelinden başlıyorum, öyle silgiye yazma falan da değil direk kitap açma. Cesarete bak. Şu gün yap desen yapamam. Ya da yaparım ya. Yaparım yaparım yine olsun yine yaparım. Sınavlar okunur tabi ben 70 alırım Seda 20 alır. Kıza vakit kalmadı ki. Bir soru yapabilmiş o. Kaç gün konuşmamıştı benle. Ama yani takdir edersiniz ki 10 sorunun da kopyasına yürekler dayanmaz.

O günden sonra iflah olmadım işte. Bildiğim bilmediğim ne kadar sınav varsa zulaları doldurdum. Etek uçları, gömlek kolları, süveter içleri, uç kutuları, ön sıraların arkası, sıra altları, öğretmen masasına kopya yazdığımı bilirim. Zaten o öğretmen masasının önü var ya kopyaya en müsait alan. Çünkü öğretmen kişisi sürekli dolaştığından orda ne numaralar döndüğünü pek anlamıyor. Akıllarda bulunsun efendim.

DERS: TARİH

Lise 1'e gidiyorum. Yani eşşek kadar olmuşum artık. İnce, daire kalem kutuları olurdu dikdörtgen şeklindeki kağıdı içine yerleştirince kağıt içinde U olur döndüre döndüre okurdum ben o kopyayı. O sınava da hoca kişisi stajyer bir hoca kişisiyle girmişti. Tabi ki stajyeri kim takar. Onlar sınıfta arkada boş sıraya oturan 40 dakika boyunca etliye sütlüye karışmayan ezik kimselerdi benim için.

O güne kadar.

Bir stajyerin bu kadar cevval olabileceği gerçekten aklıma gelmezdi. Bu gitmiş arkaya tünemiş. Ben ikinci sırada mıyım neyim. Kopyamı çekiyorum paşalar gibi. Hiç aklıma da gelmiyor bunun oradan beni dikizleyeceği. Geldi ani bir hareketle benim kalem kutuyu aldı kağıdı çıkardı:

-Bu ne?
+...(Damacana! diyemiyorsun tabi. Ne olacak angut kopya işte)
-Bunu hazırlayana kadar dersinize çalışsaydınız daha iyi bir sonuç elde ederdiniz!

STAJYERE BAK LAN! OLUM SEN KİMSİN?! OLMAMIŞ ÖĞRETMENSİN! AYNI OLMAMIŞ LİMON GİBİ, OLMAMIŞ MANDALİNA GİBİ BİR ŞEYSİN SENİN HAVAN KİME?!

Aldı benim kağıdımı artistlik bir hareketle. Dersin hocasına verdi, yaranmışlık edecem diye yaktı beni it. O dersten de 45 almıştım.

DERS: BİLGİSAYAR

Yine lise 1'deyim. Zaten ben hayatta iki kere kopya çekerken yakalandım ikisi de bu uğursuz seneye denk geldi. Yine inci gibi kopyacıklar hazırlamış kopya yuvam pileli eteğimin arasına koymuşum. Elim alnımda. Ki en kusurlu harekettir bu. Direk ilgiyi üzerinize çeker. Mümkün mertebe eller masada bulunmalı. Ben eteğimden baka baka yapıyorum soruları. Genççe de bir hocası vardı bu dersin ben hep Cem Davran'a benzetirdim adamı.

Usulca yaklaştı yanıma. Sıramın tepesinde durdu. Kaşıyla gözüyle "hayırdır" gibi bir hareket yaptı. Ben de "iyidir nolsun işte sınav halleri" gibi bir hareket yaptım. Sonra eliyle "ver ver o kağıdı" gibi bir hareket yaptı. Ben de elimle "hangi kağıdı" gibi bir hareket yaptım. Sonra:

-Kızım ne uğraştırıyorsun versene kopyayı! dedi.

O an bizim sessiz konuşmamız son buldu. Zaten az daha devam etse biz baya yeni bir dil keşfedecektik orada. Kopyayı aldı, kağıdı da aldı. Kopyayı aldın bari kağıdı alma. Hani kağıdı almamış olsa insan aklından kalanla bir şekilde bir şeyler yazmaya çalışır. Ama bu... ÇAAT!!

DERS: MESLEKİ İNGİLİZCE VİZE - FİNAL

Allah'a inanan bir insanım da ben bu dersin sınavlarında Allah'ın varlığına bir kez daha ve yürekten inanmışımdır. Üniversite yıllarında kopyalarım genel olarak harflerden oluşurdu. Derse çalışır sonra da çalıştığım yerlerdeki cümlelerin ilk harflerini yazardım. Bir şeyin ilk cümlesini hatırlayınca gerisi gelir ya ben de ilk harfini hatırlayınca gerisi geliyordu. Madem dedim böyle güzide bir özelliğim var ben bunu kullanayım. Çoğu zaman elim;

Soru:AHYNFLI
Soru:SKMIEKSÖ
Soru:HSMSJÖ DRGD DSÇKIYRH KGHM  gibi şeylerle dolu olurdu ve çoğu kez "bu ne lan?" sorusuna maruz kalırdım. Da Vinci'nin şifresi anasını satayım, tükenmez kalemle elime yazıp geziyorum, sınav dönemlerinde uğur getiriyor! Ne olacak kopya işte. Yılların birikimi var bende level atlayacaz tabi ki.

Ama işte ders mesleki ingilizce olunca bu taktiğimi kullanmanın imkanı ihtimali yok. Çünkü kelime soruları var, çeviriler var. Çeviriler hadi bir şekilde ortalama anlamından yola çıkarak yapılıyor da kelime kategorisi çok kasıyordu. İşte o gibi durumlarda imkanlarının sana sunduğu nimetlerden faydalanman lazım. İPhone'nun az ekmeğini yemedim ben. Kelimeleri sözlüğe yazıp çeviriyordum. Ama işte elin masada olması lazım aşağıda olunca dikkat çekiyor.

Ben böyle tıkır tıkırdım çeviri yaparken gözetmen fark etti beni. Arka sıramda oturan arkadaş "bu vallaha sana geliyor ne yapıyorsan yok et" dedi. Ben telefonumu hemen bacağımın altına koydum. Işığı yanıyor güneş gibi. Asistan kadın yaklaşıyor bu sönmüyor. Ben içimden bildiğim tüm duaları okuyorum derken söndü. Bu bir sağa baktı bir sola baktı eğildi sıranın altına baktı, arka sıraya geçti öbür tarafıma baktı. Abi "sen bi kalk bakalım oradan" demedi ya kadın. Yüzyılın salaklığı bence. Ben kalkınca oturak da otomatik olarak kapanacağı için telefon pat diye yere düşecek ve ben yakalanacaktım. İman gücüyle  atlattım resmen olayı. Telefonu da hemen çantaya koydum gidince. Açgözlülüğün alemi yoktu. Allah'ın bana verdiği kadarıyla yetinmeyi bilmeliydim.

Finaline gelince yine kelimeler, yine akıllı telefonum, yine heyecan stres. Ama ne yapayım yani o kelimelerin hepsini öğrenebilme gibi bir şansım yoktu binlerceydi çünkü. Ben yine usul usul başladım kelimeleri yazmaya derken gözetmen beni yine fark etti. Ama ben ona hiç bakmadım. Sanki fark ettiğini hiç fark etmemiş gibi ama geliyordu işte... Ben başladım yine dualara.. Tam o sırada kapıdan biri girip:

-Hocam bir saniye bakar mısınız? dedi.

HIZIR YETİŞTİ HIZIR! Yani anca filmlerde olur böyle bir şey. Allah'ım ne büyüksün dedim.


Şunun da ekmeğini az yemedim ben. Akıllarda bulunsun. 4-5 kalemle rahat 70 alınır.


Benim kopya anılarım bitmez de bu yazının sonuna kadar dayanabilen olacak mı bilemiyorum. Artık onları da başka bir sefer de yazarım. Zaten yakında Hem Uyurum Hem Gezerim 2'yi de yazacağım. Uzun zaman oldu. Atraksiyonlarım mevcut. Tabi ki de paylaşacağım bu zottirik hallerimi. Sözlerime burada son verirken imzamı atayım da gideyim artık.


Zeheka odasından bildirdi.

1 Şubat 2013 Cuma

Ah Muhsin Ünlü - Gidiyorum Bu*

Bugün Ah Muhsin Ünlü'nün şiir kitabı olan Gidiyorum Bu'yu aldım. Oldum olası Onur Ünlü kafasını merak etmişimdir. Güneşin Oğlu ile tanıdım ilk olarak kendisini. Leyla ile Mecnun ile devam etti. Öyle değişik bir kafası vardı ki metil alkolle yakın bir ilişkisi olduğunu düşünüyordum ne yalan söylim.Yanılmadım.

Şiirlerini Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla yazıyordu. Şiirlerini çok az bilirdim. Şiirlerinin şiirle pek alakası yok zaten. Tek ortak özellikleri dizelerden oluşması. Çok güzel dizeler var aslında içinde.

"Resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım." gibi,
"Bilesin; göğsümde hangi yöne açılmış tek gülsün. Yani ya bu eller öpülür ya sen öldürülürsün" gibi,
"Nasıl olsa istediğim şeylerin hepsini yapamayacağım, çünkü insanın ölmek gibi bir alışkanlığı var." gibi,
"İnsan acizdir muhtaçtır çok artistlik yapılmamalıdır." gibi.

Önce çok derin anlamları olan bir şey okuyorum hissine kapıldım. Yavaş yavaş okuyordum. Sindire sindire. O kadar derindi ki anlamlar benim kapasitem yetmiyordu anlamaya. Bir daha okudum. Sonra bir daha.

Gülmeye başladım. Her satırda kahkaha atıyorum hem nasıl!

Şimdiye kadar gördüğüm en güzel kafa bulan şiir kitabı.

Güldürürken düşündüren kısmını at 'düşündürürken güldüren' kısmı bu kitabın özeti.

Benim tahminim sözlükten rastgele seçilen kelimelerle nasıl şiir kurulur ve yeni bir akım yaratılır tarzında bir düşünce hakim şiirlerine. Şanslı masa, ilk etap o 500 TL'lik kısmı var ya işte Onur Ünlü'den etkilenerek bulmuş olabilir zannımca.

Kuşlar Ölürlerse Yere Düşerler favori şiirimdir. En çok o gözlerimden yaş getirdi gülerken. "Kelimelerimiz: Zehra, Tay, Zenci, Tiren, Laborant, Baba, Kediler, Mor, Kuşlar. Haydi Muhsin Ünlü bunlardan 60 saniye içinde şiir yaz bakalım." demiş gibi biri.



Ben bir de şair anama "Bak Onur Ünlü'nün kitabını aldım, oku da şiir gör." dedim. "Pek şiirlik bir değeri yok bunların." dedi. Hani bankadan çektiğin milyarlarını "Gel abla altın çakmak var. Bunu kuyumcuya satsan dünyalar eder" diyen bir dolandırıcıya kaptırmışlığın vermiş olduğu bir şaşkınlık olur ya. İşte ben onu yaşadım okurken. Ama nasıl tatlı bir şaşkınlık. Şiir okurken gülüyorum ya. Ne tuhaf.

Keşke 4 Eylül 1988 sabahı on biri yirmi geçe son vermeseydin şiir yazmaya. Ah Muhsin Ünlü sen güzel adamsın vesselam.

Özetle: Gerçekliğe Fizan kadar uzak, rasyonel kediler kadar yakın. Ben hiç bir bok anlamadım. Saygılar.

Zeheka odasından bildirdi.