Zeheka'nın Yerleşkesi - Genelde Yazmadığım Bloğuma Hoşgeldiniz
7 Mayıs 2017 Pazar
22 Mart 2017 Çarşamba
Bir Şeylere Dair Ama Nelere Olduğunu Bilmiyorum
Sonra bir
gün aniden bütün mutluluk arayışlarım son buldu. Birden bire. Plansız. Yıllarca
bulmayı umduğum tüm taşların altından çöplükler çıktı. Hayal kırıklıkları,
zaman kayıpları, can sızıları çıktı.
Neden ve nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde aramayı bıraktım.
Çok uzun
zaman geçmedi üzerinden bırakalı.
Ama
yüzyıldır mutlu gibiyim.
Penceremin
dışında öten kuşların seslerini duymamışım uzun zamandır. Kuşların varlığını
bile unutmuşum. Şimdi istemeden duyuyorum onları. Gülümsetiyor.
“Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman
benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor” diye başlayan bir cümlesi vardı Zeki Demirkubuz’un,
kültleşti o. “artık bundan acı duymuyorum” diye bitiyordu. Bir vazgeçiş
cümlesi. Bir insan bir şeyden vazgeçerse ancak kurabilir böyle bir cümleyi.
Vazgeçişlerin melankolik olması gerekiyor aslında. En son hangi vazgeçişimde bu
kadar melankolik oldum hatırlamıyorum.

Hayata bakış
açımın kırılma günü. Bir otobüs bileti alıp, bir otel ayarlayıp, başka bir
şehre gidip, tek başıma kendimi dinlemeye, geçmişimle
dertleşmeye, sorunlarımı çözmeye, tüm canımı acıtan defterleri kapatmaya ve
kırıldığım herkesi affetmeye karar verdiğim gün o gün. İlkokulda renkli
kalemini vermediği için kalbimi kıran sıra arkadaşımdan bekleme sırasında ite
kalka önüme geçen teyzeye kadar herkesi affedişimin günü. Bir daha kimseyi
gönlümde yük olacak kadar kendime dert etmeyeceğimin eğer illaki çok üzüldüysem
kendime en fazla üzülmek için 3 gün süre vereceğimin kararına vardığım gün. O
gün bir daha beni hayatta mutsuz edecek insanları yanımda barındırmayacağıma
yemin ettiğim gün. Haksızlık karşısında her ne kaybedeceksem kaybedeyim yine de
mazlumun yanında yer almaya karar verdiğim gün. O gün bir parkta tek başıma
otururken bunun hayatımda yaşadığım en güzel doğum günü olduğunu fark ettiğim
gün. O gün artık gitmekten korkmadığım gün. O gün artık içimdeki küçük kız
çocuğunu karşıma alıp hayatla nasıl baş edeceğim korkusunu beraber yendiğimiz
gün. O gün gelecekteki kendime çektiğim videolardan bir yenisini daha çekerken
'ben sana çok güzel bir Hande yetiştiriyorum şu an olduğun insanla gurur
duyuyorum' dediğim gün. Sonrasında hayata bambaşka gözlerle bakmayı başardığım
gün. Peşi sıra huzuru bulduğum gün. O günden bu güne yine kalbimin kırıldığı
oldu hepsini ışık hızında tamir ettim. Dedim işte bir günden çok daha fazlası. Değişen
hayatım, tuhaf tesadüfler, canım gelişmeler. Anka kuşu misali doğacağız
küllerimizden tüm kokuşmuş ruhlarınıza inat, demiştim o gün. Teşekkür ederim
hayat yüzümü kara çıkarmadığın için. Yine bir 'yaşamak ne kadar güzel, keşke
hiç ölmesek' dediğim an.
Umut dolu yarınlara inandığın günlerin olsun sevgili okur. Bahar tadında,
gönlünde çiçekler açan günlerin olsun.
Zeheka Bildirdi.
6 Aralık 2016 Salı
Dilenci Olmayan Adam
Dilencileri sevmiyorum. Bir insanın kendine yapabileceği en
büyük hakaret buymuş gibi geliyor. Kendine bu hakareti edebilmiş insana da
saygı duyamıyorum. Vicdanımı rahatlatmak için eline üç beş kuruş vermek içimden
gelmiyor ki zaten birine para verdiğimde vicdanım rahatlamıyor da. Yiyecek bir
şeyler verdiğimde de rahatlamıyor. Daha da huzursuzlanıyorum. Orada aç bir
adam, aç bir kadın, aç bir çocuk sadece bir öğün karnını doyurdu diye
rahatlamıyorum. Onun varlığı daha da kazınıyor zihnime. Açlığın ve üşümenin bir
vücutta ete kemiğe bürünüşüne şahit olup sonrada hiçbir şey olmamış gibi devam
edemiyorum. Keşke edebilseydik.
İş yerine giderken yolda bir amcaya rastlıyordum bir
süredir. Ellili yaşlarında, uzaktan sert mizaçlı gibi duruyor ama yakına
gelince değişiyor yüzü. Belki benim gözlerim uzağı göremediğinden sertmiş gibi
geliyor bilmiyorum.
Bir elinde mendilleri diğer elinde siyah poşeti -muhtemelen
diğer mendillerini koyduğu poşet bu- öyle duruyor ışıklarda. Çekingen yapısını
üçüncü ya da dördüncü seferinde fark ettim. Öylece duruyor çünkü. Bazen göz
göze gelmeye çalışıyor ama kesinlikle yaklaşmıyor arabalara. Eğer göz göze
gelip o sessiz iletişim ile arabalardaki insanların kendisinden peçete
alacağını anlıyorsa yaklaşıyor. Çok açık bir beden dili ile “dilenci değilim” diyor aslında.
Onun dilenci olmadığını benim de peçeteye ihtiyacım olduğunu
anladığım bir gün ilk alışverişimizi yaptık. Gülümsedi. Gerçekten de
gülümsediği zaman tonton bir amcaya dönüşüyormuş. Başka bir gün tekrar, başka
bir gün tekrar. Orta refüjde duruyor ve
eğer o sırada yeşil yanıyorsa geçmek zorunda kalıyorum, peçete alamıyorum. Hem
artık o kadar da peçeteye ihtiyaç duymuyorum. Ama sabahları onun yüzünü görmek
ritüel haline geldi birden bire.
Havalar soğumaya başladı. İyice. Yani bana iyice. Üşümenin
ne demek olduğunu sürekli üşüdüğümden olsa gerek biliyorum. Ama istediğim an
ısınabiliyorum. Üşümek zorunda değilim. Ceketim var, kabanım var, eldivenlerim
var, sıcak olan bir evim bir işim var. Üşüyorum ama üşümemi geçirecek her
imkanım var çok şükür. Ama amca hep gömlekle duruyor orada. Üşümüyor mu acaba
diye düşünüyorum çünkü ben üşürken genelde kimse üşümüyor. Havaların soğuk olup
olmadığını anlamıyorum bu dönemler çünkü bana hep soğuk. Herhalde şey ya
diyorum çok üşüyen bir adam değil. Ceketinin olup olmadığı da geçiyor aklımdan
ama bekliyorum. Belki bugün giyinmiştir. Giyinmemiş. Bugün de giyinmemiş. Birkaç
gün de böyle geçiyor. Yani o muhtemelen birisi tarafından bu kadar
irdelendiğini düşünmüyordur bile ama bir süredir benim zihnimi kurcalıyor.
Akşam oluyor eve geliyorum.
Babam doğmuş.
Doğum gününü kutluyoruz.
Evimiz sıcacık.
Abimler iki tane kazak almışlar babama.
Çünkü kış.
Çünkü kimse üşümek istemiyor.
Kimse babası üşüsün istemiyor.
Ben de istemiyorum.
Akşam olup yatağıma yatınca geliyor yine aklıma amca. Kalkıp
anneme soruyorum babamın giyinmediği ceketi, kabanı, gocuğu bir şeyi var mı diye.
-iş yerinde birine mi vereceksin?
+yok.
-kime vereceksin?
+birine. yolda görüyorum.
-nasıl yolda?
+sabahları denk geliyorum. ışıklarda duruyor üzerinde gömlek
var sadece.
-suriyeli mi ?
+bilmem.
Nereli olduğunu bilmiyorum çok da ilgilenmiyorum hikayesiyle
çünkü. Suriyeli de olsa, Dubaili de olsa Amerikalı da olsa, savaştan da kaçmış
olsa, trilyoner olup tüm parasını batırmış da olsa, bir gün hayatın anlamını
mendil satmakta bulmuş da olsa o ışıklarda duruyor ve üşüyor. Diğer detayların
ne önemi var ki?
Sabah giderken kabanı da yanıma alıyorum. Onun olduğu yere
yaklaşırken yavaşlıyorum. Işığı kırmızıya denk getirmem lazım çünkü. Ama yeşil
yanıyor. Sağa çekip bekliyorum biraz. Kırmızı olunca hemen amcanın önüne
geçiyorum. Kabanı uzatıyorum. Peçeteleri aldığım zaman yüzündeki memnuniyet
ifadesini bildiğimden kabanı alırken çok daha mutlu olduğunu görebiliyorum. “Allah razı olsun.” deyişindeki aksandan
hayatının Türkiye’de geçmediğini anlıyorum. Hemen benden birkaç adım uzaklaşıp giyiniyor. Aynadan takip ediyorum artık onu. Ellerini
gökyüzüne açıp dua edişi ciğerimi söküyor yerinden. Sevindiği kadar üşüdüyse baya bir üşümüş olmalı diye düşünüyorum. Onun üşüyüp
üşümediğini düşündüğüm günlerde o üşüyormuş. Burnum sızlamaya başlıyor oradan
uzaklaşırken. Yanaklarımın ıslanışı beni de şaşırtıyor çünkü çok ani oluyor
duygulanışım. Silmek için elimi uzattığım peçete ondan aldığım peçetelerden
biri olunca hiç tutamıyorum zaten kendimi.
Bugünüm de böyle başlıyor.
Uzak durmaya çalıştığım acı her köşe başında gözüme
sokuluyor bu ülkede.
Biliyorum o da bana bayılmıyor ama ben de onu sevemiyorum.
Zeheka bildirdi.
27 Kasım 2016 Pazar
Söylenmemiş Cümleler Mezarlığı
Söylenmememiş cümleler mezarlığı içim.
Hiç kimsenin üzerinde çıkmış otları koparıp temizlemeyeceği,
renkli çiçeklerle ziyaretine gelmeyeceği,
toprağını sulamak için elinde eskimiş su bidonları ile gelen çocuklara bozuk para vermeyeceği,
kimsenin başında hüzünlenip belki birkaç damla göz yaşı dökmeyeceği,
eksikliğini hissetmeyeceği,
üzerine basmamak için özen göstermeyeceği ve hatta belki koşacağı,
kimsesizler mezarlığı şimdi cümlelerim.
Yüz yıl oldu.
Konuşmayalı yüz yıl kadar oldu.

Zeheka Bildirdi. Bildirmese daha iyiydi.
Hiç kimsenin üzerinde çıkmış otları koparıp temizlemeyeceği,
renkli çiçeklerle ziyaretine gelmeyeceği,
toprağını sulamak için elinde eskimiş su bidonları ile gelen çocuklara bozuk para vermeyeceği,
kimsenin başında hüzünlenip belki birkaç damla göz yaşı dökmeyeceği,
eksikliğini hissetmeyeceği,
üzerine basmamak için özen göstermeyeceği ve hatta belki koşacağı,
kimsesizler mezarlığı şimdi cümlelerim.
Yüz yıl oldu.
Konuşmayalı yüz yıl kadar oldu.

Zeheka Bildirdi. Bildirmese daha iyiydi.
4 Ekim 2015 Pazar
Le Petit Prince - Madem ki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, yıldızlar benimdir.
Küçük
Prensi okuduğumda sanıyorum 10 yaşımdaydım. Kitap okuma sevgimi annemin o sene yaz tatili için bir aile dostumuzdan ödünç aldığı 30 kitaba borçluyum. Siyah büyük bir
çantayla eve gelip “bu yaz ödeviniz bu” dediğini hala hatırlıyorum. Küçük
Prensimle de öyle tanışmıştık. Zaten boyumu aşan hayal gücüme bir boy daha
eklemişti. O kadar ki çocukluğumun “en” 3 kitabı arasına bile girmişti. (Antoine de Saint-Exupéry – Küçük Prens, Ursula Wölfel – öteki Çocuklar, Jose Mauro de Vasconcelos – Şeker Portakalı)

Bugün
neredeyse bir yıldır beklediğim Küçük Prensimi vizyonda izledim. Yıllar sonra
çocukluğum bir perdeden göz kırptı bana, ben
de çaktırmadan gülümsedim ona. Hayal ettiğim çocuk, birilerinin zihnindeki suretine
bürünmüş ve hareket eder hale gelmişti. İçten kahkahalarıyla boynundaki atkıyı
rüzgara karşı savuruyor ve bilgece sözler
bırakıyordu önümüzde bir yerlere. Dahası 10 yaşıma döndürüyordu. İnsanın
duyguları hiç büyümüyor. İlk çarpıcı duyguyu hangi yaşta yaşarsa bir sonrakinde
yine aynı yaşa dönüyordu. Eğer sinemadaki çocuk-ebeveyn nüfusundan utanmasaydım
dans ederek izlerdim bazı sahnelerini, bazılarını ellerimi çenemin altında
kavuşturarak kocaman bir gülümseme ile, bazılarını ise gözüm kapalı sadece
dinleyerek. Onlardan bir farkım yok gibiydi kendi görüntümün ve yaşımın
farkında olmasaydım eğer. Üstelik annemi de sürüklemiştim peşimde hoş o da en
az ben kadar istekliydi. Çocuk kalmak istemenin, çocuk hissetmenin herhangi bir yaşı yoktu. Biz de yüreğimize dokunan sözleri
duyduğumuzda birbirimize dönüp gülümsedik işte.
“Önce karşıma, şöyle
uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey
söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha
yakınıma oturacaksın…”
Sonra karar verdim işte eğer bir çocuğum olursa günün birinde 10 yaşına
geldiğinde bu kitabı bırakacağım başucuna. Sonra da her sene belirlediğimiz bir
günde filmini izleyeceğiz oturup. O her sene biraz daha büyürken içindekileri öldürmesine
izin vermeyeceğiz birlikte. Geçmişte tanıştığım küçük dostuma geleceğimde de bir
yer vereceğimin hayalini kurdum.
“Aynı saatte gelmen
daha iyi olur…Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu
olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve
meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi
bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın
belli alışkanlıkları olmalı…”
Çok acı var. Çocukken farkına varabildiğimden çok daha çok. Her geçen dakika biraz daha büyürken biraz daha eksildiğimin farkına varıyordum. İlaç gibi geldin küçük dostum.
Zeheka Bildirdi.
2 Mart 2015 Pazartesi
Kaybetmek Üzerine

Şimdi, tam da bugün tüm bildiklerimi bir kenara bıraksam diyorum. En başa dönsem. Yaşadığım günler, aylar, yıllar boyunca bildiğim tüm her şeyi unutsam diyorum. Kötülükleri de unuturum. Hani olmaz ya olsa diyorum, huzursuzluklarımı da unuturum, yaşatılan haksızlıkları da... Ve fakat azizim onurlu olmayı da unuturum. Olmaz o zaman. Kelebek uçuşu kadar kısa hayatımda onurumu kaybedersem, kişiliğimi başka bir insan evladının egosuna paspas edersem, dik durmam gereken yerde belimi bükersem ben ben olamam aziz dostum. Ben dün de, bugün de hep doğru bildiğim yoldan gittim. Kaybetmek bu işin fıtratındandır fakat hiç bir kaybediş nakış gibi işlediğin karakterinden ödün vermene sebep olmasın. Anka kuşu misali doğacağız küllerimizden, tüm kokuşmuş ruhlarınıza inat...
Zeheka bildirdi.
13 Şubat 2015 Cuma
Hep Aşktan
Her ne kadar kelime var ise henüz insanlık tarafından keşfedilmemiş, ne kadar cümle oluşturulabilecekse henüz hiç duyulmamış...
Her biri yüreklerde bir nehir olmuş çağlayan ne kadar tümce varsa gün yüzü görmemiş, insan kulağı duymamış ve uzay boşluklarında kaybolmamış...
Ne kadar mimik var ise henüz hangi kas sistemini çalıştırdığı belli olmamış, hangi kalp çarpıntısı var ise henüz milyonlarca kalbe daha hiç uğramamış, semtlerine adım atmamış, havasını hiç solumamış...
Daha kaç kavga var ise henüz hiç edilmemiş, edilmişse tüketilmemiş, tüketilmişse yinelenmemiş...
Kaç sızı var ise saç telinden tırnak ucuna hiç bir hücreye ayıp etmemiş, es geçmemiş, her birinde ayak izlerini bırakmış...
Ne kadar adım varsa terk etmeye atılmış, her birinden koşar adım geri dönülmüş...
Ve ne kadar hayal kırıklığı var ise yeryüzünde tanımlanması mümkün olmamış, ne söylense eksik kalmış...
Hep aşktan.
Hep.
Zeheka Bildirdi.
Her biri yüreklerde bir nehir olmuş çağlayan ne kadar tümce varsa gün yüzü görmemiş, insan kulağı duymamış ve uzay boşluklarında kaybolmamış...
Ne kadar mimik var ise henüz hangi kas sistemini çalıştırdığı belli olmamış, hangi kalp çarpıntısı var ise henüz milyonlarca kalbe daha hiç uğramamış, semtlerine adım atmamış, havasını hiç solumamış...
Daha kaç kavga var ise henüz hiç edilmemiş, edilmişse tüketilmemiş, tüketilmişse yinelenmemiş...

Ne kadar adım varsa terk etmeye atılmış, her birinden koşar adım geri dönülmüş...
Ve ne kadar hayal kırıklığı var ise yeryüzünde tanımlanması mümkün olmamış, ne söylense eksik kalmış...
Hep aşktan.
Hep.
Zeheka Bildirdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)