6 Aralık 2016 Salı

Dilenci Olmayan Adam

Dilencileri sevmiyorum. Bir insanın kendine yapabileceği en büyük hakaret buymuş gibi geliyor. Kendine bu hakareti edebilmiş insana da saygı duyamıyorum. Vicdanımı rahatlatmak için eline üç beş kuruş vermek içimden gelmiyor ki zaten birine para verdiğimde vicdanım rahatlamıyor da. Yiyecek bir şeyler verdiğimde de rahatlamıyor. Daha da huzursuzlanıyorum. Orada aç bir adam, aç bir kadın, aç bir çocuk sadece bir öğün karnını doyurdu diye rahatlamıyorum. Onun varlığı daha da kazınıyor zihnime. Açlığın ve üşümenin bir vücutta ete kemiğe bürünüşüne şahit olup sonrada hiçbir şey olmamış gibi devam edemiyorum. Keşke edebilseydik.

İş yerine giderken yolda bir amcaya rastlıyordum bir süredir. Ellili yaşlarında, uzaktan sert mizaçlı gibi duruyor ama yakına gelince değişiyor yüzü. Belki benim gözlerim uzağı göremediğinden sertmiş gibi geliyor bilmiyorum.

Bir elinde mendilleri diğer elinde siyah poşeti -muhtemelen diğer mendillerini koyduğu poşet bu- öyle duruyor ışıklarda. Çekingen yapısını üçüncü ya da dördüncü seferinde fark ettim. Öylece duruyor çünkü. Bazen göz göze gelmeye çalışıyor ama kesinlikle yaklaşmıyor arabalara. Eğer göz göze gelip o sessiz iletişim ile arabalardaki insanların kendisinden peçete alacağını anlıyorsa yaklaşıyor. Çok açık bir beden dili ile “dilenci değilim” diyor aslında.

Onun dilenci olmadığını benim de peçeteye ihtiyacım olduğunu anladığım bir gün ilk alışverişimizi yaptık. Gülümsedi. Gerçekten de gülümsediği zaman tonton bir amcaya dönüşüyormuş. Başka bir gün tekrar, başka bir gün tekrar.  Orta refüjde duruyor ve eğer o sırada yeşil yanıyorsa geçmek zorunda kalıyorum, peçete alamıyorum. Hem artık o kadar da peçeteye ihtiyaç duymuyorum. Ama sabahları onun yüzünü görmek ritüel haline geldi birden bire.

Havalar soğumaya başladı. İyice. Yani bana iyice. Üşümenin ne demek olduğunu sürekli üşüdüğümden olsa gerek biliyorum. Ama istediğim an ısınabiliyorum. Üşümek zorunda değilim. Ceketim var, kabanım var, eldivenlerim var, sıcak olan bir evim bir işim var. Üşüyorum ama üşümemi geçirecek her imkanım var çok şükür. Ama amca hep gömlekle duruyor orada. Üşümüyor mu acaba diye düşünüyorum çünkü ben üşürken genelde kimse üşümüyor. Havaların soğuk olup olmadığını anlamıyorum bu dönemler çünkü bana hep soğuk. Herhalde şey ya diyorum çok üşüyen bir adam değil. Ceketinin olup olmadığı da geçiyor aklımdan ama bekliyorum. Belki bugün giyinmiştir. Giyinmemiş. Bugün de giyinmemiş. Birkaç gün de böyle geçiyor. Yani o muhtemelen birisi tarafından bu kadar irdelendiğini düşünmüyordur bile ama bir süredir benim zihnimi kurcalıyor.

Akşam oluyor eve geliyorum.
Babam doğmuş.
Doğum gününü kutluyoruz.
Evimiz sıcacık.
Abimler iki tane kazak almışlar babama.
Çünkü kış.
Çünkü kimse üşümek istemiyor.
Kimse babası üşüsün istemiyor.
Ben de istemiyorum.

Akşam olup yatağıma yatınca geliyor yine aklıma amca. Kalkıp anneme soruyorum babamın giyinmediği ceketi, kabanı, gocuğu bir şeyi var mı diye.

-iş yerinde birine mi vereceksin?
+yok.
-kime vereceksin?
+birine. yolda görüyorum.
-nasıl yolda?
+sabahları denk geliyorum. ışıklarda duruyor üzerinde gömlek var sadece.
-suriyeli mi ?
+bilmem.

Nereli olduğunu bilmiyorum çok da ilgilenmiyorum hikayesiyle çünkü. Suriyeli de olsa, Dubaili de olsa Amerikalı da olsa, savaştan da kaçmış olsa, trilyoner olup tüm parasını batırmış da olsa, bir gün hayatın anlamını mendil satmakta bulmuş da olsa o ışıklarda duruyor ve üşüyor. Diğer detayların ne önemi var ki?

Sabah giderken kabanı da yanıma alıyorum. Onun olduğu yere yaklaşırken yavaşlıyorum. Işığı kırmızıya denk getirmem lazım çünkü. Ama yeşil yanıyor. Sağa çekip bekliyorum biraz. Kırmızı olunca hemen amcanın önüne geçiyorum. Kabanı uzatıyorum. Peçeteleri aldığım zaman yüzündeki memnuniyet ifadesini bildiğimden kabanı alırken çok daha mutlu olduğunu görebiliyorum. “Allah razı olsun.” deyişindeki aksandan hayatının Türkiye’de geçmediğini anlıyorum. Hemen benden birkaç adım uzaklaşıp giyiniyor. Aynadan takip ediyorum artık onu. Ellerini gökyüzüne açıp dua edişi ciğerimi söküyor yerinden. Sevindiği kadar üşüdüyse baya bir üşümüş olmalı diye düşünüyorum. Onun üşüyüp üşümediğini düşündüğüm günlerde o üşüyormuş. Burnum sızlamaya başlıyor oradan uzaklaşırken. Yanaklarımın ıslanışı beni de şaşırtıyor çünkü çok ani oluyor duygulanışım. Silmek için elimi uzattığım peçete ondan aldığım peçetelerden biri olunca hiç tutamıyorum zaten kendimi.

Bugünüm de böyle başlıyor.
Uzak durmaya çalıştığım acı her köşe başında gözüme sokuluyor bu ülkede.
Biliyorum o da bana bayılmıyor ama ben de onu sevemiyorum. 


Zeheka bildirdi.

1 yorum: