Dilencileri sevmiyorum. Bir insanın kendine yapabileceği en
büyük hakaret buymuş gibi geliyor. Kendine bu hakareti edebilmiş insana da
saygı duyamıyorum. Vicdanımı rahatlatmak için eline üç beş kuruş vermek içimden
gelmiyor ki zaten birine para verdiğimde vicdanım rahatlamıyor da. Yiyecek bir
şeyler verdiğimde de rahatlamıyor. Daha da huzursuzlanıyorum. Orada aç bir
adam, aç bir kadın, aç bir çocuk sadece bir öğün karnını doyurdu diye
rahatlamıyorum. Onun varlığı daha da kazınıyor zihnime. Açlığın ve üşümenin bir
vücutta ete kemiğe bürünüşüne şahit olup sonrada hiçbir şey olmamış gibi devam
edemiyorum. Keşke edebilseydik.
İş yerine giderken yolda bir amcaya rastlıyordum bir
süredir. Ellili yaşlarında, uzaktan sert mizaçlı gibi duruyor ama yakına
gelince değişiyor yüzü. Belki benim gözlerim uzağı göremediğinden sertmiş gibi
geliyor bilmiyorum.
Bir elinde mendilleri diğer elinde siyah poşeti -muhtemelen
diğer mendillerini koyduğu poşet bu- öyle duruyor ışıklarda. Çekingen yapısını
üçüncü ya da dördüncü seferinde fark ettim. Öylece duruyor çünkü. Bazen göz
göze gelmeye çalışıyor ama kesinlikle yaklaşmıyor arabalara. Eğer göz göze
gelip o sessiz iletişim ile arabalardaki insanların kendisinden peçete
alacağını anlıyorsa yaklaşıyor. Çok açık bir beden dili ile “dilenci değilim” diyor aslında.
Onun dilenci olmadığını benim de peçeteye ihtiyacım olduğunu
anladığım bir gün ilk alışverişimizi yaptık. Gülümsedi. Gerçekten de
gülümsediği zaman tonton bir amcaya dönüşüyormuş. Başka bir gün tekrar, başka
bir gün tekrar. Orta refüjde duruyor ve
eğer o sırada yeşil yanıyorsa geçmek zorunda kalıyorum, peçete alamıyorum. Hem
artık o kadar da peçeteye ihtiyaç duymuyorum. Ama sabahları onun yüzünü görmek
ritüel haline geldi birden bire.
Havalar soğumaya başladı. İyice. Yani bana iyice. Üşümenin
ne demek olduğunu sürekli üşüdüğümden olsa gerek biliyorum. Ama istediğim an
ısınabiliyorum. Üşümek zorunda değilim. Ceketim var, kabanım var, eldivenlerim
var, sıcak olan bir evim bir işim var. Üşüyorum ama üşümemi geçirecek her
imkanım var çok şükür. Ama amca hep gömlekle duruyor orada. Üşümüyor mu acaba
diye düşünüyorum çünkü ben üşürken genelde kimse üşümüyor. Havaların soğuk olup
olmadığını anlamıyorum bu dönemler çünkü bana hep soğuk. Herhalde şey ya
diyorum çok üşüyen bir adam değil. Ceketinin olup olmadığı da geçiyor aklımdan
ama bekliyorum. Belki bugün giyinmiştir. Giyinmemiş. Bugün de giyinmemiş. Birkaç
gün de böyle geçiyor. Yani o muhtemelen birisi tarafından bu kadar
irdelendiğini düşünmüyordur bile ama bir süredir benim zihnimi kurcalıyor.
Akşam oluyor eve geliyorum.
Babam doğmuş.
Doğum gününü kutluyoruz.
Evimiz sıcacık.
Abimler iki tane kazak almışlar babama.
Çünkü kış.
Çünkü kimse üşümek istemiyor.
Kimse babası üşüsün istemiyor.
Ben de istemiyorum.
Akşam olup yatağıma yatınca geliyor yine aklıma amca. Kalkıp
anneme soruyorum babamın giyinmediği ceketi, kabanı, gocuğu bir şeyi var mı diye.
-iş yerinde birine mi vereceksin?
+yok.
-kime vereceksin?
+birine. yolda görüyorum.
-nasıl yolda?
+sabahları denk geliyorum. ışıklarda duruyor üzerinde gömlek
var sadece.
-suriyeli mi ?
+bilmem.
Nereli olduğunu bilmiyorum çok da ilgilenmiyorum hikayesiyle
çünkü. Suriyeli de olsa, Dubaili de olsa Amerikalı da olsa, savaştan da kaçmış
olsa, trilyoner olup tüm parasını batırmış da olsa, bir gün hayatın anlamını
mendil satmakta bulmuş da olsa o ışıklarda duruyor ve üşüyor. Diğer detayların
ne önemi var ki?
Sabah giderken kabanı da yanıma alıyorum. Onun olduğu yere
yaklaşırken yavaşlıyorum. Işığı kırmızıya denk getirmem lazım çünkü. Ama yeşil
yanıyor. Sağa çekip bekliyorum biraz. Kırmızı olunca hemen amcanın önüne
geçiyorum. Kabanı uzatıyorum. Peçeteleri aldığım zaman yüzündeki memnuniyet
ifadesini bildiğimden kabanı alırken çok daha mutlu olduğunu görebiliyorum. “Allah razı olsun.” deyişindeki aksandan
hayatının Türkiye’de geçmediğini anlıyorum. Hemen benden birkaç adım uzaklaşıp giyiniyor. Aynadan takip ediyorum artık onu. Ellerini
gökyüzüne açıp dua edişi ciğerimi söküyor yerinden. Sevindiği kadar üşüdüyse baya bir üşümüş olmalı diye düşünüyorum. Onun üşüyüp
üşümediğini düşündüğüm günlerde o üşüyormuş. Burnum sızlamaya başlıyor oradan
uzaklaşırken. Yanaklarımın ıslanışı beni de şaşırtıyor çünkü çok ani oluyor
duygulanışım. Silmek için elimi uzattığım peçete ondan aldığım peçetelerden
biri olunca hiç tutamıyorum zaten kendimi.
Bugünüm de böyle başlıyor.
Uzak durmaya çalıştığım acı her köşe başında gözüme
sokuluyor bu ülkede.
Biliyorum o da bana bayılmıyor ama ben de onu sevemiyorum.
Zeheka bildirdi.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil